2021 yılının Kasım ayında Rusya, mültecilerin dönüşü konusunda Şam’da bir konferans düzenleme çalışmalarını yoğunlaştırdı. Konferansın amacı Suriye’nin rejim güçleri tarafından kontrol edilen bölgelerini mültecilerin geri dönüşü için güvenli bölge olarak takdim etmek ve rejimin yolsuzluğu ve Suriye nüfusunun çoğunluğunun zorla yerinden edilmesiyle harabeye çevrilmiş olan ülkenin zayıf durumdaki ekonomisini desteklemek için umutsuzca ihtiyaç duyulan yeniden yapılanma fonlarının elde edilmesiydi. Konferans aslında, çoğu ülke tarafından göz ardı edilen bir düzmeceydi, yerinden edilmiş Suriyelilerin nihai dönüşünü finanse edebilecek bir göz boyama ve yalan vaatlerden üzerine kurulmuş bir tiyatrodan ibaretti.
Şam’dan sadece birkaç kilometre mesafede bulunan Doğu Guta’yı hiç terk etmeyen az sayıda Suriyeli, Rusya’nın aracılık ettiği uzlaşma anlaşmalarının bölgeye barış ve istikrar getireceğine inanmayı tercih ederek kendilerini, son derece kötü yaşam koşulları altında bulunan Suriyelileri istismar eden ve ölümlerine neden olan acımasız bir güvenlik kıskacı altında yaşarken buldular. Onlar, rejim tarafından kontrol edilen bölgelerin ne denli “güvenli” alanlar olduğunun adeta yaşayan birer tanıkları.
Yaşadıkları gerçekliği tam anlamıyla resmetmek için, yerinden edilme anlaşmasının 2018’de imzalanmasının ardından memleketi Hamuriye’de kalmaya karar veren Suriyeli Umm Khaled ile konuştuk.
Bize kendinizden bahseder misiniz?
55 yaşındayım, oğullarım ve kızımla birlikte Şam’ın kırsal kesiminde bulunan Hamuriye’de yaşıyorum. Rejim güçlerinin kontrol noktaları yüzünden şehri terk etmedik. Ayrıca oğullarımın tutuklanmasından korkuyordum.
2011’de çatışmaların başlamasından önce eşimin emekli maaşı, 2012’de bombalanana kadar marangoz atölyemizden gelen kazanç ve geçim ihtiyacını karşılamak için STK’da çalışan oğullarımın kazancı sayesinde geçimimizi sağlıyorduk. 2018 yılında Doğu Guta’da son askeri harekat başlayana kadar çalışmaya devam ettiler.
Askeri harekat hakkında konuşabilir misiniz?
Harekat Şubat ayında, savaş uçakları ve top mermilerinin yoğun bombardımanı ile başladı. Yıkım devasa ve tarif edilemez bir boyuttaydı. Baas Partisi üyesi (eskiden aynı mahallede yaşıyorduk) ve şehrin ileri gelenlerinden oluşan bir heyet, rejim temsilcileri ve Rus komutanlarla görüşmek üzere 8 Mart’ta şehrimizden ayrıldı.
Heyet döndüğünde, gençlerden Suriye rejimini desteklemek için miting yapmalarını ve orada iyi niyet göstergesi olarak Suriye’nin kızıl renkli bayrağını taşımalarını istediler ve oğullarıma bayrak ve pankart dağıttılar (çünkü oğullarımın geniş bir sosyal çevreye sahip oldukları biliniyordu).
Mitingler, bazı arkadaşlarının ve birkaç çocuğun yanı sıra oğullarım öncülüğünde gerçekleştirildi. Geri kalan kasabaların da o gün mitinge katılımını teşvik etmek için bombardımanın şiddeti bir nebze de olsa azaltıldı, bu sayede farklı kasabalarda az sayıda kişinin katılımıyla mitingler düzenlendi.
İki gün sonra, bombardıman aniden ve korkunç bir şekilde yoğunlaştı. Heyet, “Doğu Guta’da militanlar saf dışı bırakılana kadar barınaklara gidilmesi için koridorların açıldığını” duyurdu.
Neden kalmaya karar verdiniz? Durum nasıldı?
Baas Partisi’nde görevli komşumuz, oğullarıma rejim yetkililerine isimlerini verdiğini ve durumlarının istisnai olduğunu söyledi. Dolayısıyla rejim yanlısı mitinglerin organizatörleri arasında yer aldıkları için ayrılmalarına gerek yoktu.
Halkın en önemli meselesi, ölüm ve bombardımanlara son verilmesiydi. Bombalı saldırılar sona erdi ancak hayatımız daha önce yaşadığımızdan farklı olmadı. Rejimin, sunulan hizmetleri ve yaşam koşullarını iyileştirmek ve aranan kişilerin çaresine bakmak için verdiği birçok söze rağmen değişen bir şey olmadı.
İstihbarat teşkilatlarının kontrolü ele geçirdikten hemen sonra üzerinde çalıştıkları şey, zorunlu ve yedek askerlik için silah altına alınacakların veya arananların durumlarını belirlemek için merkezler açmaktı. Barınaklara sığınan sivillerin geri dönüşü başladı. Gençler erkekler ve yaşlılar bile takip edilmek veya tutuklanmaktan korktukları için durumlarının düzeltilmesi talebiyle merkezlere müracaat etti.
Hayatın normale dönmediğini mi söylemek istiyorsun?
Kesinlikle hayır, hayat normale dönmedi ve asla da dönmeyecek. Rejim uzlaşma süreçlerinde dahi verdiği hiçbir sözü tutmadı. Oğullarıma verilen birçok söz ve güvenceden sonra, durumlarını düzeltmek için uzlaşma merkezlerine gittiler.
Sonra oğlum Khaled’in Hava Kuvvetleri İstihbarat kontrol noktalarından birine teslim olması için çağrılmasına şaşırdık. Kendisine hakkında yakalama emri olduğunu ancak yüksek miktarda rüşvet ödediği takdirde tutuklanmaktan kurtulabileceğini ve parayı getirmek için iki gününün olduğunu söyleyerek oğlumdan tehditle para aldılar.
Khaled müzakere heyetinin başkanlığını da yapan Baas partili komşumuza giderek ona olanları anlattı. Komşumuz elinden bir şey gelmeyeceğini ve ne istedilerse yapmak zorunda olduğumuzu söyleyince oğlum bu duruma şaşırdı.
Bu gerçeklik karşısında iki gün içerisinde istenen rüşveti ödemek dışında yapacak bir şey yoktu. Müşteri olmayınca oğullarım, marangozhanenin aletlerini düşük bir fiyata sattılar. Ben de altın takılarımı satmak durumunda kaldım. Khaled, Ahmed ile birlikte parayı teslim etmek için kontrol noktasına gittiğinde oradaki görevli memur, onlara artık her şeyin yolunda olduğunu söyledi.
Bu olaydan sonra ailenize ne oldu?
Omar reşit olmadığı için askere gitmemişti, bu yüzden kasabadaki birçok genç gibi onlardan askerlik hizmetine alınmadan önce (anlaşmalarda kararlaştırıldığı gibi) 6 ay süre verilmesini talep etti.
İki ay sonra Muhtar güvenlik güçleriyle gelip Omar’ın bir hafta içinde askere gitmesi gerektiğini söylediğinde hayretler içerisinde kaldık. Onu zorla askere aldılar ve ardından Dera cephesine nakledildi.
Khaled ve Ahmed’e gelince, Hava Kuvvetleri İstihbaratı gece evimize baskın düzenledi. Sonrasında, Harasta’daki Hava Kuvvetleri İstihbarat birimindekiler Khaled’in akıbetini sormak için tekrar gelmemem gerektiğini söyledi, çünkü oğlum ölmüştü.
Ahmed ile ilgili hiç bir şey söylemediler. Kendisiyle birlikte tutuklanan bazı gençlerin serbest bırakılmasına rağmen bana hiçbir bilgi verilmedi ve o gençler bana bir süre oğlumun yanlarında kaldığını söylediler. Ancak daha sonrasında onu bir daha ne görmüşler ne de hakkında bir şey duymuşlar.
Keşke Suriye’nin kuzeyine gidenlerle birlikte oradan ayrılmış olsaydık. Keşke rejimin yalanlarına ve vaatlerine hiç inanmasaydık.
Rusya, Suriye’de “garantör” olamaz
Rejim verdiği sözleri tutmadı ve uzlaşma anlaşmalarından kendisine çıkar sağladı.
Uzlaşma anlaşmalarının imzalandığı farklı bölgelerdeki koşulları karşılaştırdığımızda, bu bölgelerin hiç bir şekilde istikrara kavuşmadığını ve durumun sakinleşmediğini görüyoruz. İnsanlar emniyet ve barış ortamında yaşayamadılar. Son dönemin en mühim gelişmesi olan Deraa’da gerçekleşen suikastler Rusya’nın ara buluculuk yaptığı barışın canlı birer örneği olarak karşımızda duruyor: Suikastler, zorla kaybetmeler ve keyfi gözaltılar.
Suriye rejimi hala bizzat hüküm sürmekte ve sistematik öldürme ve işkence de dahil olmak üzere aynı baskı ve vahşet mekanizmalarını kullanarak acımasız güvenlik kıskacını dayatmaya devam etmekte. Yaşananların ortaya koyduğu gerçek şu ki rejim, Rusya’nın uzlaşma anlaşmaları yoluyla muhaliflerini tasfiye etmesi için kendisine verdiği altın fırsattan istifade etmekte. Mevcut durumda Suriye rejiminin, uzlaşma anlaşmaları kapsamındaki bölgelerde yaşam koşullarını iyileştirme, bu bölgelerde kalanlar için güvenlikli ve emniyetli bir ortam sağlama ve en önemlisi silahlı muhalif grupların tüm eski üyelerini aklama vaatlerini yerine getirme noktasında başarısız olduğu bariz bir şekilde görülmektedir. Oysa gerçekler vadedilenlerin aksini söylüyor. Suriye rejimi bu bölgelere girdiğinden beri, güvenlik durumu kötüleşti ve Suriyelilerin çoğu orada yaşarken kendilerini güvende hissetmediklerini belirtiyor.
Uluslararası toplum, yerinden edilmiş Suriyelilerin geri dönüşünü organize etmek konusunda Rusya’nın “garantör” rolü oynayabileceği yanılsamalarını bir tarafa bırakmalıdır. Rusya’yı bu çatışmada ara bulucu olarak değil, taraf olarak ele almanın zamanı geldi. Rusya’nın askeri ve siyasi hedeflere ulaşmak için bir araç olarak kullanageldiği sivilleri hedef alma ve kitlesel zorunlu yerinden etme gibi Suriye’de uyguladığı politikaları tekrar ettiği Ukrayna’da Rusya’nın asıl niyetini açıkça görüyoruz.
Dünya, Rusya’nın yıllar önce Suriye’de gerçekleştirdiği insanlığa karşı işlenen suçları ve savaş suçlarını ciddiye alsaydı, belki bugün Ukrayna’da müşahede ettiğimiz feci durumun önüne geçebilirdik.
2015 yılında milyonlarca Suriyelinin yerinden edilmesiyle sonuçlanan Suriye’deki askeri müdahalesinin ardından Rus güçlerinin 2.228 sivilin ölümüne ve 3.172 kişinin yaralanmasına neden olan 182 katliam gerçekleştirdiği belgelenmiştir. Bu durum, esasen Rusya’yı Suriye’de saldırgan ülke yapmakta ve Suriyelilerin güvenli, gönüllü ve onurlu dönüşü için herhangi bir şekilde garantör olarak rol almaktan uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Suriye nüfusunun yarısının yerinden edilmesinde rol oynayan taraf, müzakere masasında kendisine yer verilmesinden ziyade işlediği suçlardan sorumlu tutulmaya layıktır.
Yerinden edilmiş Suriyelilere, evlerini yıkıp onları zorla yerinden eden failin garantilerinin kabul ettirilebileceği bir senaryodan söz edilemez. Ne Ukrayna’da ne de Suriye’de böyle bir olasılık söz konusu değildir. Ayrıca uluslararası toplum, Suriyelilerin gözünde bir şekilde inandırıcılık kazanmak için Rusya’nın hem Suriye’deki hem de Ukrayna’daki politikaları ve vahşetiyle başa çıkma biçiminde tutarlı davranmalıdır.