Suriye rejimi, gayrimenkul düzenlemesi ve rejim bölgeleri inşa edilmesine ilişkin 2012 kararnamesinde bulunan 66. yasa ve 2018’deki 10. yasa gibi farklı birçok yasa çıkardı. Bu yasalar göç ettirilen Suriyelileri mülklerinden ve yasal haklarından tecrit etmeyi hedeflemektedir. Tecrit, gayri menkullerin mülkiyetlerinin Suriyeli halktan ve özellikle de muhalif mal sahiplerinin elinden alınıp rejim destekçisi taraflara aktarılma işleminin hızlandırılmasıyla gerçekleşmektedir. Suriyeli hukukçular bu yasaların hedefinin halihazırda Suriye rejiminin kontrolü altında bulunan bölgelerdeki evlerine dönemeyecek göçmenlerin ve yerlerinden edilenlerin mülklerine el koymak olduğunu belirttiler.
Gerçekten de yasalar muhaliflerin ve sivillerin belirli bölgelerden zorla göç ettirilmesi ve ardından bu mülklerin rejime bağlı ya da rejim destekçisi tarafların kullanımına verilmesi amacıyla kullanıldı. Prosedürün amacı Suriye rejiminin siyasi ve ekonomik hakimiyetini güçlendirmek; rejim destekçilerine maddi kaynak sağlamaktır. Bu yasalar süregelen çatışmalar arasında yaşayan vatandaşların maruz kaldığı zor durumları fırsat bilmekte ve daha çok insanı evsiz bırakarak ülkedeki insani krizi daha da kötüye sürüklemektedir.
Bu davranışın yalnızca Suriye rejimine özel olmadığını belirtmekte de fayda var. Nitekim bu uygulama tarih boyunca baskıcı rejimler tarafından hakimiyetlerini güçlendirmek, mülkleri ve ekonomik kaynakları ele geçirmek ve yönetime bağlılığı sağlamak amacıyla kullanılmıştır.
Tarihsel olarak da Suriye’deki demografik değişim politikasının uygulanması Hafız Esad ve ardından onu takip eden Beşşar Esad yönetimine kadar uzanmaktadır. Bu politika sivilleri zorla yerinden ederek ya da asli mekanlarından göç ettirerek muhalif bölgelerdeki demografik yapıyı ve toplumun dağılımını değiştirmeyi hedeflemektedir.
“Faydalı Suriye“** kavramı rejimin ve müttefiklerinin ülkedeki kontrolünün en güçlü ve istikrarlı şekilde hissedildiği ekonomik ve hayati kaynakların bulunduğu kesime işaret etmektedir. Bu kavramdan yola çıkarak hükümetin kontrolünde olmayan diğer bölgelerde yaşayan muhalif ve göçmenlerin rejim için “faydasız” sayıldığı söylenebilir.
Böylece yaklaşık 13 milyon Suriyeli göçmenin güvenli bir şekilde dönüşünü sağlayacak etkili bir çözüm yolu bulmak için Suriye rejiminin, İranlı ve Rus müttefikleriyle birlikte uyguladığı bu zorunlu göçün yalnızca çatışmalar sonucu doğmadığını belirtmek gerekiyor. Nitekim rejim bu şekilde Hafız Esad döneminden itibaren daha sonraları “Faydalı Suriye” olarak gündeme gelecek demografik değişiklik politikası kapsamında stratejik hedeflere ulaşmak için bir siyaset gütmekte ve üzerinde çalışılmış bir plan izlemekteydi.
25 Mayıs 2023’te Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) “Suriye Rejiminin Mart 2011’deki Halk Ayaklanması Öncesi ve Sonrasında Suriye’deki Gayrimenkul ve Arazileri Kontrolü Altına Almasını Sağlayan Tüm Yasalar” başlıklı bir rapor yayınladı.
Raporda rejimin 2011 mart sonrası çıkardığı yasa ve mevzuatların gayrimenkullere etkisi başta olmak üzere birçok önemli konuya yer verildi. Rapor, eksik sivil belgelerin gayrimenkul sorununa yansıyan etkilerinin yanı sıra rejimin ülkedeki geniş çaplı tahribatı gayrimenkullere ve arazilere el koymak için bir araç olarak kullanmasına da ışık tutmuştur. Aynı şekilde rapor, güvenlik izinlerinin siyasi muhaliflerin mülkiyetlerinde tasarruflarını engellemek amacıyla nasıl kullanıldığına da değinmiştir.
Raporun vardığı sonuç, Suriye rejiminin yasama süreci üzerindeki tahakkümünün ve mevzuatlar ile yasalardan kendi faydasına yararlanmasının, muhaliflerden, zorla yerinden edilmiş 12 milyon kişiden, 112 bin kayıptan ve nüfus kayıtlarına geçmeyen ancak hayatını kaybetmiş yarım milyon kişiden oluşan bu üç grubun arazi ve mülklerini ele geçirme amaçlı olduğu yönündedir.
Suriye rejiminin gelecekte bu üç grubun arazi ve mülklerini ele geçirmeyi garantilemek adına idari birçok engeli kullandığı da raporda belirtiliyor. Bu engeller ölüm raporlarının çıkarılması, nüfus kaydında geçmeyen ancak hayatını kaybetmiş kişilerin hukuki statüsünün ispatı ve göçmenler ile mülteciler için alınan güvenlik onay talepleri gibi adımlarda ortaya çıkmaktadır.
Raporda Suriye rejiminin gayrimenkul ve arazileri ele geçirmek için zaten var olan yasaları düzenlemeye gitmek ve yeni yasalar çıkarmak gibi farklı yöntemler kullandığına değiniliyor. Aşağıda Suriye rejiminin gayrimenkulleri ele geçirmek için kullandığı tüm yöntemlerin kısa bir özeti bulunmaktadır:
- Rejim, bölgelerin çoğunu kendi yönetimi altına almak ve gayrimenkulleri ele geçirmek için mevzuat ve kararnameleri kullandı.
- 2011’den sonra büyük oranda gayrimenkulü etkileyen ve rejime mülkiyet ve araziler üzerinde geniş bir tasarruf hakkı tanıyan birçok yasa çıkardı.
- Tahrip edilmiş bölgelerdeki gayrimenkulleri gasp edebilmek ve vatandaşları göçe zorlamak için geniş çaplı yıkımları araç olarak kullandı.
- Muhaliflerin ve üç grubun (evsizler, zorla kayıplara karıştırılanlar ve hayatını kaybetmiş ancak sicilde kaydı bulunmayanlar) Suriye’deki mülklerinde tasarruflarını engellemek için idari engeller çıkardı.
- Suriyeli kadınların gayrimenkul sahibi olma hakları, rejim tarafından yasal haklarını elde etme ve bunları kullanmada karşılaştıkları zorluklar dolayısıyla etkilendi.
- Siyasi muhaliflerle yüzleşmek için gayrimenkul alım satımlarında idari izinleri araç olarak kullandı.
- Suriye rejiminin çıkardığı gayrimenkul yasaları, ilgili kurumlar arasında anlaşmazlıklar, çift yetkilendirmeler ve referanslarda problemler oluşturdu.
Daha önce Suriye Vatandaşlık Onuru ve Hakları Derneği (SACD) Suriye rejiminin İdlib ve Hama kırsalında el koyduğu tarım arazileri ve Mülkler davasını ele aldı. Bu uygulama, rejimin İdlib harekâtı sırasında rejim kontrolündeki bölgelerde arazi ihaleleri ilan etmesi ile gerçekleşti ve birçok kişinin rejimin kontrolünde olmayan bölgelere göç etmesine sebep oldu.
Ağustos 2020’de Hama Askeri ve Güvenlik Komitesi Başkanı olan Tümgeneral tarafından görevlendirilen İdari Düzen Komitesi daha önce “Silahlı Terör Örgütleri” kontrolünde olan bölgelerdeki göçmenlerin arazileri hakkında bir karar yayınladı. Karar, yalnızca bu bölgelerde bulunmanın dahi başlı başına suç sayılarak göç ettirilenlerin arazilerinde rejime yatırım yapma hakkının tanındığını belirten bir üslupla yazıldı. Bu kararlar içerik ve yöntem olarak çeşitlilik gösterdi. Aynı el Ltamenah, Latmeen ve Kafr Zita’da fıstık ağaçlarıyla dolu arazilerde olduğu gibi verimli ağaçlar bulunan arazilerde yatırım yapılmasına ilişkin birçok karar ihaleler şeklinde verildi. Zekât meselesi de yıl boyunca varı yoğuyla çalışan çiftçilerin rejimin son askerî harekâtında göç ettirilmeleri ve tüm emeklerinin çalınmasının içler acısı haliydi. Aynı durum, el Ghab bölgesindeki zeytin ağaçlarının verdiği mahsullerde de yaşanmıştı.
Rejimin mülkiyete el koyma siyasetinin kurbanı olan Suriyeli göçmenlerin karşılaştığı ikilemi Suriye Vatandaşlık Onuru ve Hakları Derneği’nin 2019’da hazırladığı ve Hama’da açıkça görülen “Bir İkilemin Eşiğinde: Esad Kontrolündeki Bölgelere Dönmeye Zorlanan Suriyelilerin Sebepleri ve Tecrübeleri” adlı raporun bulguları teyit eder niteliktedir. Güvenlik tehlikesi olmasına rağmen Esad’ın yönetimindeki bölgelere dönme kararı alan az sayıdaki Suriyelilerin %25’inin asıl endişesi rejimin mülklerine el koymasıydı. Eldeki delillerin çoğu bu insanların %42’sinin Şam kırsalı bölgelerinden geldiklerini ve bu sebeple geri dönüş kararı almalarında rejimin “Gayrimenkul gelişim” yasasını uygulamasına yönelik endişelerin etkili olduğu anlamına geliyor. Bu yasalar arasında rejimin işgal ettiği bölgelerdeki insanların mülklerine el koyma ve demografik değişimi sağlamak amacıyla çıkarılan 10 sayılı Yasa da bulunmakta.
Diğer yanda Suriye Vatandaşlık Onuru ve Hakları Derneği İranlıların Deyrizor’daki insanların mülklerine el koyma girişimlerini “Deyrizor ve Geniş Çapta Reddedilen ‘Uzlaşmanın’ Başlamasıyla Kalan Az Sayıdaki Diğer Seçenekler” başlıklı makalede ele aldı. Makalede Suriye rejiminin yönetimine girdikten sonra şehrin geldiği durum ve şehirdekilerin maruz kaldığı değişimler incelendi.
Makale, Deyrizor’da devam eden demografik değişime ve İran’ın bölgedeki bazı noktaların yönetimini ele geçirmesinin ardından orada oynadığı role dikkat çekti. Nitekim İranlı milisler bölgede kalan sivillere yaklaşmak, güvenlerini kazanmak ve ileride doğacak her türlü şüpheden kaçınmak için orada bulunan halka yardım ettiler.
Ve İranlı milisler mülklere el koyma işlemini İran’ın çıkarlarına hizmet edecek şekilde yönettiler. Örnek olarak İran Devrim Muhafızları Askeri Sorumlusu Hac Asker’in kısa bir süre içerisinde 400 milyondan fazla Suriye lirası değerinde gayrimenkul satın alması verilebilir.
Buna ek olarak İran’a bağlı milisler Ebu Kemal, el Mayadin, el Ashara ve el Muhasan gibi yerlerdeki göçmenlerin mülklerine gayrimenkul sahiplerinin bulunmadığı gerekçesiyle el koydular. Suriye rejimi de bahsi geçen gayrimenkullerin satılması ve elde edilen gelirin özel hesaplarda yatırımlarının yapılmasını istedi.
Suriye Vatandaşlık Onuru ve Hakları Derneği Başkent Şam’ın el Kabun mahallesinde ikamet eden A.H ile bir görüşme gerçekleştirdi. A.H 2012’de eşi ve hasta annesiyle göçe zorlandığı süreçten ve mahallenin şimdiki durumundan bahsetti.
Tehcir anlaşmasından sonra evinin yıkılıp yıkılmadığı sorusunu “Evet, yıkıldı tabii” şeklinde yanıtladı. Mahalleye girebilmek için güvenlik onayı almaya çalıştıklarını ancak mahalledeki ev ve binaların yerle bir edildiğini ekledi. Gördüğü manzarayı “Ne ev ne mahalle ne de eski hatıralarımdan kalan bir ize rastladım. Bölgemiz moloz yığınları ve yıkıntılardan ibaret bir haldeydi” şeklinde belirtti.
A.H ev yıkımlarının ardındaki sebebi “öncelikle herkesin de bildiği gibi mahalle muhalif grupların hedeflediği ilk noktalardan olan Suriye rejimine bağlı askeri kışlaların arasında bulunuyordu. Bu sebeple yıkım, bir tür intikam alma çeşidi olarak gerçekleşti” şeklinde belirtti. Muhalif grupların mahalledeki uzlaşma ve anlaşmayı reddettiğini ve bu sebeple hedef alındıklarını da ekledi.
Evlerin geri inşası ve restorasyon işlemleriyle ilgili olarak ise A.H geri dönüşün 2018 tarihli kararnamenin 10. yasası gereği yasaklandığını söyledi. Valilik yeni planlamalarda pay alınabilmesi için mal sahiplerinden taşınmazın kendilerine ait olduğunu gösteren mülkiyet belgelerini istedi. Ancak A.H valiliğe tüm belgeleri iki yıl önce sunmalarına rağmen şimdiye kadar bir gelişme yaşanmadığını söyledi.
A.H rapordaki görüşmesini “Şimdiye dek verilen sözlerden hiçbiri tutulmadı ve mahalle hala bir yıkıntıdan ibaret. Valiliğe danışmaya gittiğimizde henüz bir yenilik olmadığını ve beklememiz gerektiğini söylüyorlar” şeklinde bitirdi.
Suriye rejiminin zorunlu göç ve demografik yapıyı değiştirme politikasını uygulamak için mevzuatları ve icra emirlerini kullanmasına karşılık Suriyeli göçmenlerin ve uluslararası toplumun, güç ve ayrımcılıktan doğan bu politikayı durdurmaları gerektiğini anlamalı, istikrar ve barışı sağlamak için bu gerçeği değiştirmelidir. Bu noktada her nerede olursa olsun göçmenlerin mülkiyet haklarını koruyan uluslararası hukuka güvenebilir, zamanında bu tarz politikaların uygulandığı Bosna Hersek tecrübesinden faydalanabiliriz. Bosna Sırp komutası da Sırpların saldırdığı bölgelerde yaşayan Müslüman ve Hırvat Bosnalıların mülklerine el koymak için neredeyse aynı yöntemleri uygulamıştı. Suriye rejiminin yaptığına benzer şekilde arazi ve mülkler ele geçirildi, mülklerin Sırplara ve sermaye sahiplerine dağıtılması amacıyla yasalar çıkarıldı.
Tüm bunlara rağmen, Dayton Barış Anlaşması ve özellikle de göçmen Bosnalıların haklarını ele alan ek 7’de bu politikaların tam tersi uygulandı. Yine bu çerçevede göçmen ve mültecilerin ele geçirilen mülkleriyle ilgilenen bir komisyon kuruldu. Komisyon, Bosna Hersek’teki gayrimenkuller ile alakalı itiraz taleplerini aldı. Komisyon gayrimenkullerin gönüllü şekilde satılmadığı durumlarda ya da Bosna savaşı başlamadan önce başka yollarla taşınarak savaş sonunda mülk sahibinin elindeki gayrimenkulün elinden alındığı bölgelerdeki mülk sahiplerinin haklarını geri vermek için çalıştı.
Bosna örneği gönüllü, güvenli ve onurlu geri dönüş için temel ön koşul olarak Suriyeli göçmenlerin haklarını garanti altına alan kapsamlı siyasi bir çözümün ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Bu, her türlü siyasi çözümün en temelinde asıl önceliğini haklarının korunması olarak gören tüm Suriyeli göçmenlerin hedefi olmalıdır. O zaman Suriyeli göçmenlerin mülkiyetlerine el konulması gibi suçlu politikalar iptal edilip bu politikaların tam tersi gerçekleştirilecektir.
Suriye rejiminin çıkardığı birçok gayrimenkul yasası insan haklarını çiğnemektedir. Uluslararası toplum ve Birleşmiş Milletler rejimin bu hakimiyetini kınamalı, göçmenlerin mülklerini gasp ettiği uygulamaları, yasaları ve mevzuatları ortaya dökmeli ve rejimin Uluslararası İnsan Hakları hukukunu çiğnediğini ortaya çıkarmalıdır.
Mülklere el konulması durumlarında adaletin gerçekleşmesi güçlü yasal ve siyasi müdahalelere dayanmaktadır. Suriye’de güvenli bir ortamın oluşturulması adalet kurulmadan, Suriye rejimi devrilmeden, ihlallerden sorumlu kişilerden hesap sorulmadan söz konusu değildir. Kapsamlı ve sürdürülebilir bir siyasi çözüm ise Suriyeli göçmenlerin ve mültecilerin gönüllü, güvenilir ve onurlu geri dönüşlerinin mihenk taşını oluşturmaktadır.
Zorla göç ettirme ve demografik değişim politikalarının Suriye toplumunun farklı bileşenleri üzerine etkisi ve göç ettirilmelerinde aktif rol oynayan tarafların hedeflerinin incelenmesi, bu siyasetin getirilerini görebilmek ve bu siyasetten doğacak insani krizlerin önüne geçilebilmek için oldukça önem arz etmektedir. Suriye Vatandaşlık Onuru ve Hakları Derneği adaletin sağlanmasını, göçmenlerin hakları ve mülkiyetlerinin korunduğu güvenli bir ortamın oluşturulmasını Suriyeli göçmenlerin gönüllü, güvenli ve onurlu geri dönüşlerinin temel şartı olduğuna inanmaktadır.
**2016’nın başlarında Beşar Esad, Şam, Rif Dimashq, Humus, Hama, Lazkiye ve Tartus’u kapsayan altı valiliğe atıfta bulunarak “Faydalı Suriye” terimini kullandı. Suriye rejimi, ülkenin bu bölgelerini hem coğrafi hem de demografik olarak yönetiminin devamı için çok önemli görüyor.