Giriş
Suriye rejimi ve Rusya’nın “teröre karşı savaş” olarak adlandırmayı sevdiği, fakat aslında Suriyelilere karşı bir savaştan başka bir şey olmayan, Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinin üzerinden altı yıl geçti. Suriye topraklarının çoğunun kontrolünü kaybettikten sonra, Suriye rejimi yıkılmanın eşiğine gelmişti. Fakat Rus müdahalesi karadaki ve havadaki güç dengesini büyük ölçüde değiştirdi.
Rus güçleri tüm dünyanın gözü önünde Guta, Humus, Dera, Halep, İdlib ve diğer yerlerdeki sivilleri bombaladı. Beyaz Baretliler 2017’de Birleşmiş Milletler’e yazdıkları bir mektupta Rus müdahalesinin 380’i çocuk olmak üzere 12 bin sivili öldürdüğünü bildirdi. Bu sayının bugün ne kadar olduğuna dair güvenilir bir veri yok, ancak 2017’den bu yana çok fazla yükseldiği şüphesiz. Çatışmanın on birinci yılında, yaklaşık 6,6 milyon Suriyeli mülteci ülkelerinden kaçarken, 6,2 milyonu Suriye ülke içinde yerinden edilmiş durumda. Rusya’nın Suriye’ye müdahalesinden bu yana yerinden edilmenin sayısı giderek arttı.
Suriye’ye herhangi bir barış ve güvenlik sağlamaktan ziyade, artık Rusya’nın Suriye’deki en büyük amacının, bölgedeki hava ve donanma varlığını sağlamlaştırmak ve askeri üslerini, yani Lazkiye’deki Hmeymin Hava Üssü’nü ve Tartus Deniz Tesisini genişletmek olduğu aşikar.
Suriye hükümeti ile muhalefet arasındaki müzakereleri kolaylaştırmak ve insani yardımları organize etmek için Rusya ve ABD arasında varılan anlaşmalar doğrultusunda, Şubat 2016 tarihinde Rusya Savunma Bakanlığı Rusya’nın Suriye’de Uzlaştırma Merkezi kurduğunu duyurdu.
Fakat ironik bir şekilde, Rusya’nın Uzlaştırma Merkezi sözde “savaş eylemlerini durdurmaya ve ateşkes için müzakere etmeye istekli” silahlı grupların uzlaşmasını kolaylaştırmak amacıyla kurulmuşken, Suriye rejiminin kontrolü dışında kalan tüm bölgelerin kontrolünü ele geçirmesine yardımcı olmak için Suriye’deki askeri operasyonlara paralel bir yol olduğu ortaya çıktı. Rusya’nın güvencesi altında imzalanan bu anlaşmalar; uzlaşma ve barış sağlama aracı olmak şöyle dursun, açlıktan ölmeye terk edilen ve rejim ya da müttefikleri tarafından asla uyulmayan anlaşmaları imzalamaya zorlanan Suriye nüfusunun tamamının şehir ve bölgelerde yerlerinden edilmelerine yol açtı.
Dera birçok nedenden dolayı Suriye rejimi, Rusya ve İran için her zaman özel bir stratejik öneme sahipti. Öyle ki devrimin başladığı yer ve rejime karşı mücadelenin en sağlam kalelerinden biriydi. Daha da önemlisi, İsrail ve özellikle de rejimin can damarı olan Ürdün sınır geçişlerine yakın bir yerde bulunuyor olmasıydı.
Dera’da ilk uzlaşma anlaşması 2018’de imzalandı ve dört yıl boyunca sürekli ihlal edildi. Dera halkının Mayıs 2021’de Beşar Esad’ı yeniden seçmek için yapılan utanç verici cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmayı reddetmesiyle baskı daha da arttı. Anlaşma 2018’de imzalandığında, Ruslar garantör olduklarını iddia ettiler, ancak anlaşmanın uygulanmasını güvence altına almakta başarısız olmakla kalmayıp, aynı zamanda 2021’de sözde statüko değiştiği için bu anlaşmanın artık geçerli olmadığını ilan ettiler. Suriye rejimi ise verdiği sözleri asla yerine getirmeyip, keyfi gözaltılar, gözaltında kayıp, kasaba ve köyleri kuşatma ve bunların nihayetinde Dera el Beled’a karşı ölümcül bir askeri sefer başlatma ve sivilleri ağır silahlarla bombalama gibi canice uygulamalarını sürdürmeyi seçti.
Rusya ve Suriye rejimi, hem Dera’yı hem de diğer uzlaşma bölgelerinin, güvenli ve yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşü için uygun olduğunu göstermeye çalışıyordu. Bunun için, uzlaşma bölgelerinin tüm Suriye’de uygulanacak ideal modeller olduğuna, istikrarı sözde sağlayacağına ve yerinden edilmiş insanların geri dönüşüne hazırlanacağına uluslararası toplumu ikna etmek için konferanslar ve seminerler düzenliyorlardı. Son gerilimden önce Dera’da uzlaşma anlaşmasının bozulmasına ilişkin bir analiz yayınladık. Analizin ardından yayınlanan bu kısa genel bildiri ise rejim tarafından hain olarak görülen Suriyelilerin itaat ettirilmesi ve yerlerinden edilmesi için “uzlaşma anlaşmalarının” Suriye rejimi ve müttefikleri tarafından bir araç olarak kullanıldığını göstermektedir. Dera’dan İdlib’e yerinden edilme akışı, anlaşmanın imzalanmasından bu yana hiç durmadı ve insanlar, tekin olmayan bu yolculuğun tüm tehlikelerine ve varış yerlerinde karşı karşıya kalacakları tehdide rağmen, kaçarak hayatlarını riske attılar. Bu bize, Suriye rejiminin “uzlaştığı” kişilere nasıl davrandığı hakkında bilmemiz gereken her şeyi anlatıyor.
Bugün, eşi benzeri görülmemiş yerinden edilme farklı şekillerde devam ederken, Suriye nüfusunun yarısından fazlasının güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde geri dönüşü, ülke ve bölge için kalıcı ve istikrarlı bir barış umudunun temel sorunu olmaya devam ediyor. Bu yüzden, yerinden edilmeyi ve Suriye rejiminin Suriye nüfusu üzerindeki baskıcı tutumunu sürdürmek için tasarlanan bu tür uygulamaların normalleştirilmesini ve kabul edilmesini önlemek için, bunları bildirmek büyük bir önem taşımaktadır.
Suriye’de uzlaşma anlaşmaları
Suriye’deki uzlaşma anlaşmaları, uzun süredir Suriye rejimi ve Rusya tarafından askeri güçle kazanamadıkları bölgeleri ele geçirmek için kullanılan bir araç oldu. İşleyiş mantığı; bir bölgeyi kuşatmak, halkı aç bırakmak, teslim olmaya zorlamak, imzalamaları için onlara şantaj yapmak, tüm sözlerden caymak, baskıyı yoğunlaştırmak ve sonunda onları yerinden etmek üzerine kurulu. Bu anlaşmalar, muhalif savaşçıların ateşkesten sonra güvenlik ve hükümet işlevlerinde yer almaya devam ettiği tavizlerden (Dera) tutun da savaşçıların ve hatta tüm halkın tahliyesi (Doğu Guta) de dahil olmak üzere muhalefeti uygulamalı olarak ele geçirmeye kadar uzanmaktadır. Bu anlaşmalar genellikle, Rus hava kuvvetlerinin desteğiyle sivil bölgelerin acımasızca tahrip edilmesine rağmen, rejimin askeri olarak kontrolü ele geçiremediği durumlarda imzalandı. Taktikler genellikle, rejimin bu bölgelerdeki insanları yalnızca temel gıda ve ilaç ihtiyaçlarından mahrum edip, açlığa terk etmekle kalmayıp, hava kuvvetleri saldırılarıyla acımasızca bombaladığı, altyapıyı tahrip ettiği ve masumları öldürdüğü, nihayetinde de bölgeyi teslim olmaya ve bir “uzlaşma” anlaşması imzalamaya zorladığı kuşatmaları da kapsıyordu.
Suriye Kardeşlik, Sosyalleşme ve Yardımlaşma Derneği, rejimin, yerinden edilme yoluyla bu tür bölgelerde uzun vadeli demografik değişim elde etme stratejisini açıklayan ayrıntılı bir bildiri yazdı. Çoğu durumda uzlaşma anlaşmaları, bu tür demografik değişimin en önemli aracıydı.
Ağustos 2012’de Suriye rejimi, sekiz gün süren Suriye’nin en kötü ve en büyük katliamını gerçekleştirerek Daraya kentinde çoğu çocuk, kadın ve yaşlı 700’den fazla kişiyi öldürdü ve bunlardan sadece 512’sinin kimliği tespit edilebildi. Sonunda Ağustos 2016’da rejim, Daraya halkını zorla yerinden ederek İdlib ve Kişve’ye gönderen bir anlaşma imzalamaya zorladı. Diğer bölgelerde imzalanan anlaşmalardan farklı olarak rejim heyeti, “karşı çıkma da dahil, şehri işgal ve yok etme tehdidi içeren hiç kimsenin Dara’da bırakılmaması” emrini veren yüksek komuta kararlarına dayanarak, şehrin tamamen boşaltılmasını kapsayan zorlu koşullar öne sürdü.
2018’de, Şam’ın kenar semtinde bir kasaba olan Doğu Kalamun’daki muhalif gruplar ve rejim, yerel halkın Suriye’nin kuzeyine doğru zorla yerinden edilmesini fiilen içeren bir anlaşma imzaladı. İlk uzlaşma anlaşması, 2015 yılında Şam’ın kenar semtindeki Doğu Kalamun kasabalarında rejim ile muhalif gruplar arasında imzalanmıştı.
Doğu Guta, Zabadani (dörtlü kasaba anlaşmasının bir parçası), Wadi Barada ve Şam’ın diğer birçok kenar semtinde imzalanan çeşitli anlaşmalar, sadece tüm nüfusu zorla yerinden etmekle kalmadı, aynı zamanda bölgenin demografik yapısını değiştirmenin ve yerel halkın yerine, rejime sadık olanları yerleştirmenin yolunu açtı. 2016’da Esad, egemenliğini devam ettirebilmek için hem coğrafi hem de demografik açıdan çok önemli bir bölge olarak “faydalı Suriye”den bahsederek bu stratejinin hedeflerini açıkça ve resmi olarak dile getirdi. Suriye rejimi, stratejik olarak önemli olarak görülen bölgelere yoğunlaşarak, rejime sadık bir nüfus ütopyasını gerçekleştirmek için bugüne kadar farklı yollarla devam eden bir zorla yerinden etme ve nüfus yapısını değiştirme harekatı yürüttü.
Öte yandan, Rusya bu anlaşmaların çoğunda garantör olarak yer almasına rağmen, Suriye rejimi üzerine düşeni yapmayarak, geride kalan ve evlerini terk etmek istemeyen birçok sivile baskı uygulamaya ve keyfi olarak gözaltına almaya devam etti. Rejimin uzlaşma bölgelerini Suriye’deki en güvensiz ve en savunmasız bölgeler haline getirmesi yüzünden, SACD’ın son raporunda yer aldığı üzere uzlaşma bölgelerindeki Suriyelilerin %94’ü, rejimin uygulamaları ve vaatlerine uymaması nedeniyle kendilerini güvende hissetmiyor.
Uzlaşma bölgelerinde korkunun normalleşmesi
Suriye Kardeşlik, Sosyalleşme ve Yardımlaşma Derneği tarafından yayınlanan ve Esad kontrolündeki bölgelerde yaşayan 533 katılımcının yer aldığı son raporda, katılımcıların yüzde 31’i uzlaşma bölgelerinde, özellikle de Şam kırsalı ve Dera’da yaşıyordu. En önemli bulgular, güvenlik hissinin kontrol gücünün kimde olduğuna göre değiştiği ve en büyük güvensizliğin Suriye rejimi kontrolündeki bölgelerde olduğuydu. Esad kontrolündeki bölgelerdeki insanların, yerlerinden ayrılmamış olanlar da dahil, yaklaşık yüzde 50’si kendilerini güvende hissetmediklerini bildirdi. Suriye dışından geri dönenlerin yüzde 67’si kendilerini güvende hissetmezken, Rusların güvenli bölgeler olduklarını söylediği uzlaşma bölgeleri, yüzde 94’ünün kendilerini güvende hissetmediklerini söylediği en kötü bölgelerdi.
Görüşmeler, uzlaşı bölgelerinde güvende hissedilmemesinin temel nedeninin, bu bölgelerin Suriye rejiminin Suriye halkını boyunduruk altına alma çabalarının önünde halen bir sorun ve engel olduğunu ve rejimin tutuklamalara, zorla askere almaya ve suikastlere devam ettiğini göstermektedir.
Ankete katılanlar, güvensizliğin temel nedenlerini güvenlik kıskacına, yetersizliğine ve kötü ekonomik koşullar nedeniyle suç oranının artmasına bağladılar. Şüphesiz bu rakamlar ve sonuçlar, Suriye rejiminin ve müttefiklerinin askeri operasyonların olmamasının, bölgenin güvenli hale geldiğini gösterdiği yönündeki iddialarını açıkça çürütmektedir; çünkü anket sonuçları, güvenli ortamın sadece askeri operasyonların olmamasıyla değil, güvenlik güçlerinin eylemleri ve suç oranının artmasıyla da ölçüldüğünü gösteriyor.
Raporun sonuçları, güvenlik güçlerinin güvensizliğin ana nedeni olduğunu ve korku oranının bir bölgeden diğerine değiştiğini doğrudan gösteriyor. Bununla birlikte, rejimin ve Rusların güvenli bölge olarak tanıttığı uzlaşma bölgelerinin %92 ile en yüksek korku oranına sahip olduğunu belirtmek gerekir.
Uzlaşma bölgelerinde fikir ve ifade özgürlüğü konusundaysa, bu bölgelerdeki katılımcıların yüzde 90’ından fazlası görüşlerini ifade edemediklerini belirtmiştir. Bu sonuç, herhangi bir seçimin tarafsız olma olasılığını ortadan kaldırmaktadır ve kesinlikle hiçbir vatandaş siyasi görüşlerini, fikirlerini ve isteklerini ifade edemediğinden, güvenli bir ortam kavramıyla temelden bağdaşmamaktadır.
Rapor ayrıca, Suriye rejiminin getirdiği ekonomik kısıtlamalar, ekonomik hayatın eski haline döndürülmesinin ve çalışanların işlerine geri dönmelerinin kolaylaştırılmamasının yanı sıra, çiftçileri topraklarına geri döndürmek için gerekli tarımsal gereksinimlerin sağlanamaması nedeniyle, uzlaşma bölgelerindeki ortalama gelirin diğer bölgelere göre fazla düştüğünü gösterdi.
Tıbbi bakıma gelince, uzlaşma bölgelerinin tıbbi bakıma en kötü veya en zor erişime sahip olduğu kaydedildi. Ankete katılanlar, tıbbi hizmetlerin eksikliğinden ve bu sebeple özel sektörden sağlık hizmeti almaları yüzünden -tabii mümkünse- vatandaşlara doğan mali yükten hoşnutsuzluklarını dile getirdiler. Bu maliyet, bu bölgelerdeki ortalama gelirle asla orantılı değil ve birçok kişiyi sevdiklerini tedavi ettirmek için topraklarını satmaya zorluyor.
Suriye rejimi tarafından kontrol edilen tüm bölgelerde toplam tutuklama oranı 2020 yılına kadar yüzde 53’ten yüzde 40’a düştü; fakat bu düşüş kesinlikle Suriye rejiminin fikir değişikliğinden değil, Suriye halkının yarısından fazlasının yerinden edilmesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, rejimin tutuklayabileceği kişi sayısı da azaldı. Ancak, uzlaşma bölgelerindeki tutuklanma yüzdesi büyük ölçüde arttı. Rapor sonuçlarına göre uzlaştırma anlaşmaları öncesi yüzde 64 olan bu oran, anlaşmalar sonrasında yüzde 89’a yükseldi, bu da af yasaları kapsamına girenleri bile etkileyen devam eden tutuklama ve cebri alıkoyma eylemleri artarken, Suriye rejiminin ve müttefiklerinin güvencelerinin hiçbir şey ifade etmediğini gösteriyor. Rapor rakamları, ankete katılan tutukluların yüzde 19’unun af yasaları kapsamında olduğunu, tutukluların yüzde 26’sının ise uzlaşma anlaşmaları kapsamında olduğunu gösterdi.
Dera Meselesi
Dera’nın önemini anlatırken, her şeyin nasıl başladığına bakmak oldukça mühim. Şubat 2011’in sonunda, bazı öğrenciler bölgedeki Arap Baharı olaylarından esinlenerek okullarının duvarlarına Esad rejimini suçlayan sloganlar yazdılar. Beşar Esad’ın kuzeni Atef Najib tarafından yönetilen güvenlik ekiplerinden biri, onları hemen tutuklamak için harekete geçti. Öğrencilere işkence yapıldı ve tırnakları çekildi. Aileleri, nerede olduklarını öğrenmeye çalıştıklarında tutuklanmakla tehdit edildiler. Protestolar diğer okullara da sıçradı ve diğer illere sıçrayan, geniş çaplı barışçıl protestolara dönüştü. Barışçıl gösteriler sonraki birkaç ay boyunca Dera’da ve Suriye genelinde devam etti. Rejim, buna protestocuları öldürerek karşılık verdi. Baskı ve kitlesel tutuklamalar devam etti ve bu durum rejim ordusundan, devrimcilerin safına geçen askerlerin sayısının artmasıyla yoğunlaşan çatışmalara dönüştü. Rejim, sonunda tüm bölgeden çekildi ama çatışma bombalamalara ve sonunda Rusya’nın katılımıyla büyük bir savaşa dönüştü. Muhalefet grupları ve kuşatılmış siviller üzerinde uygulanan yoğun baskı, onları 2018 ortalarında Rusya’nın garantör olduğu bir uzlaşma anlaşması imzalamaya zorladı.
Bundan önce Mart 2011’de halk ayaklanmasının başladığında, rejim, karşıt görüşlüleri toplu cezalandırmak için vilayete verdiği desteği azaltmıştı. Tarımın dışında diğer hayatta kalma ve direniş aracı, çoğu hanenin temel günlük ihtiyaçlarını sağlamak için kaynakları bir araya toplayan ve paylaşan aile ve aşiret dayanışmasıydı. Muhalefetin kontrol döneminde, kamu hizmetlerinin sağlanmasına yardımcı olan 100’den fazla sivil örgüt çalıştı. Kağıt üzerinde normale dönüşü sağlaması beklenen uzlaşma anlaşmasından önce halk bu sayede hayatta kalıyordu.
Dera’daki uzlaşma anlaşması, Dera’nın ileri gelenleri ve muhalif gruplar arasındaki müzakere görüşmeleri sonucu ortaya çıktı. Bu görüşmeler, en önemli gruplardan biri olan General Ahmed el Avde liderliğindeki “Sünni Gençlik” adlı grup ile güneyde Askeri Harekat Merkezi tarafından temsil edilen Esad rejimi ve Rus Hmeymin Üssü’ndeki generallerle gerçekleşti. Muhalif grup üyelerinin çoğu bölgede kaldı, çok sayıda kişi de anlaşmayı reddedip kuzeye kaçtı.
Rusya, anlaşma kapsamında öğrencilerin ve çalışanların üniversitelere ve devlet kurumlarına dönüşü de dahil olmak üzere, bölgeye gerekli tüm hizmetlerin sağlanacağını taahhüt etti. Ancak, ne hizmetler ne de işe iadeler gerçekleşti ve muhalefet bölgelerinde faaliyet gösteren insani yardım kurumlarının oradan ayrılmasıyla yaşam daha da kötüleşti; çünkü bölge sakinleri, bu bölgelere destek sağlayanların kaynaklarına bağlıydı.
2018 yılının ortalarında imzalanan uzlaşı anlaşmasının ardından, bombardıman sonucu yerinden edilen binlerce vatandaş evlerine döndü. Açık askeri çatışma sona erdiği ve bölgedeki insanların çoğu bölgede kaldığı için güvenliğin arttığını düşündüler.[1] Ancak yaşam koşulları kötüydü ve daha fazla hizmet temini sözüne rağmen koşullar düzelmedi.
Rejim ve İranlı milislerin varlığının yanı sıra, rejimin gençleri tutuklamak, durmayanlara ateş etmek ve sivillerden zorla para almak için kurduğu ve kullandığı kontrol noktalarının kurulması durumu daha da kötüleştirdi. Bu kontrol noktaları, şehir ve kasabalar arasındaki ticaretin serbest dolaşımını da kısıtladı.
Mart 2019’da durum zirveye tırmandı ve halk, yerel yetkililerin kendilerine temel hizmetlerin sağlanmasını göz ardı ederek, Hafız Esad’ın heykelini dikme girişimine karşı gösteri yaptı. Rejim, buna daha fazla genci askere almaya zorlayarak karşılık verdi. Bunun üzerine, rejim ile ordudan ayrılmış askerler ve kendilerini savunmaya karar veren siviller arasındaki askeri çatışmanın ilk günlerinde, siviller ve eski SMG üyeleri geceleri askeri kontrol noktalarına saldırmaya başladılar.
Rejim, 2020’nin başında Dera’daki birçok şehir ve kasabayı işgal etmeye çalıştı. Halk kendilerine yönelik saldırılara karşı kendilerini savunmaya çalışırken, isyancıların teftiş için Nahata kasabasına giren askerleri ele geçirmesi ve bir günlük çatışma dalgasını başlatmasıyla durum daha da tırmandı. Tüm bunlar, yeni bir müzakere turunun başlaması [2]ve bir sürü gencin Suriye’nin kuzeyine sürülmesiyle sona erdi. Ancak tutuklamalar, suikastlar ve gençlerin İdlib ve Halep kırsalı ön cephelerinde rejim milisleri adına savaşmak için zorla askere alınması daha da arttı. Nisan 2020’den bu yana, Esad’ın güçleri güneydeki çeşitli şehir ve kasabaların kenar semtlerine yığıldı ve oralara saldırmak için her gün tehditler yayınladı.
Ayrıca 2018 anlaşmasından bu yana, Dera vilayetinde çatışmaların sona erdiği iddiasına rağmen Dera Şehitleri Belgeleme Ofisi, tutuklama ve adam kaçırma vakalarının artması sonrası, şehit sayısının 618 olduğunu belgeledi. Bu şiddet eylemleri, rejimin ve Rusların, bölgeye istikrar getireceği iddia edilen anlaşmanın maddelerini uygulamaktan aleni bir şekilde kaçınması yüzünden gerçekleşmektedir.
Bu olayların sonunda, aslen Müslüman bir Çeçen olan Rus General Esadulllah, 2018’de imzalanan uzlaşma anlaşması gereğince halkın Ruslarla daha önce üzerinde anlaşmaya vardığı hafif silahları teslim etmemesi durumunda, Dera el Beled halkını İran kuvvetlerinin şehri ele geçireceği tehdidinde bulununca, Ruslar niyetlerini açıkça ortaya koydular.
Rusya’nın şu açıklamasıyla, 2018 anlaşması resmen baltalandı: “Şartlarımızı yetkililere zorla kabul ettiremeyiz, ancak bir anlaşmaya varmanıza yardımcı olabiliriz. 2018 anlaşması özel koşullara göre düzenlendi ve en önemli şey mücadeleyi bitirmekti; ama bugün 2018’de değil, 2021 yılındayız. Bu yüzden tüm bireysel silahlar teslim edilmeli ve devlet güney Suriye’deki her kasaba ve mahalleye geri girebilmeli, o zaman her şey yoluna girecek ve devlet de diğer tüm bölgeleri eski haline getirene kadar çalışmaya devam edecektir.”
Ruslar ile Dera el Beled’ın ileri gelenleri ve Dera İl Merkez Komitesi arasında birkaç müzakere ve anlaşma yapıldıktan sonra, 2021 yılı Eylül ayından, kılık değiştirmiş bir zorla yerinden etme planı olan, yeni bir sözde uzlaşma anlaşması imzalandı. Anlaşma şu şekilde özetlenebilir:
- Rus yol haritasına dayalı ilk tur müzakereler, Suriye güvenlik güçleri tarafından denetimler uygulanması, anlaşmayı reddedenlerin İdlib’e gönderilmesi, sivillerin köylerine döndürülmesi, sosyal altyapı ile ilgili elektrik ve su gibi sorunların çözülmesi ve aranan kişilerin durumlarının belirlenmesi konularını içeriyordu. Ancak müzakereler sürerken Suriye rejimi, kuşatma altındaki mahalleleri aralıksız bombalayarak güçlerini harekete geçirmeye ve Dera el Beled sakinlerine yönelik kuşatmayı sağlama almaya devam etti. Böylece askeri operasyon, Suriye rejim güçlerinin uzlaşmazlığı nedeniyle müzakerelerin askıya alınmasına ve anlaşmaya varılamamasına neden oldu.
- İkinci tur müzakereler, Rus askeri gücünün kuşatma altındaki Dera mahallelerine konuşlandırılmasına, Suriye rejim güçlerine ateşkes kabul ettirmeye ve anlaşmayı reddedenlerin bir kısmının İdlib’e gönderilmesine yol açtı. Bu yaşananlar, Esad kuvvetlerinin ağır silahlarla Dera şehrinin kenar semtlerinde harekata devam ettiği zamana denk geldi.
- İkinci yaylım ateşini, Suriye rejim güçlerinin şiddetli bombardımanı ve Dera şehrinde kuşatma altındaki halkın, ağır silahlar, toplar ve makineli tüfeklerle hedef alınması izledi. Bu yaylım ateşinden önce, askeri saldırıların hızının artmasıyla birlikte, 25’i çocuk ve bir kadın olmak üzere iki grup halinde 78 kişi yerinden edildi. Suriye rejimi ve müttefikleri bundan sonraki her yeni ateşkes anlaşmasını ihlal etmeye başladı. Buna karşılık, Dera’daki Batı Merkez Komitesi eyalette genel seferberlik ilan etti ve bu saldırıları sona erdirmek için Suriye rejim güçleri ve onun mezhepçi milisleriyle karşı karşıya geldi.
Kuşatmadan bir buçuk ay sonra, Dera’daki merkez komitesi ile rejimin Hussam Luqa, Ghayath Dallah ve Louay Al-Ali’den oluşan güvenlik komitesi arasında kuşatmanın sona erdirilmesi ve anlaşmaya karşı çıkanların İdlib’e sürgün edilmesi konusunda anlaşmaya varıldı. Bununla birlikte, İran tarafından desteklenen Dördüncü Tümen ve 15. Tümen, anlaşmayı ihlal etmek ve şehre saldırmak için daha fazla askeri kuvvet harekatı başlatmaya çalıştı.
Rusya’nın açıklamasının ardından olaylar daha büyük bir hızla büyümeye başladı. Sivil ve devrimci aktörler Dera’da 29 Ekim 2021’de başlayan Dera el Beled’ın kuşatması kaldırılana kadar genel grev yapma çağrısında bulundu. Buna karşılık Suriye rejimi, Dera’da askeri operasyona başladığını resmen duyurarak, operasyon amacının “teröristleri” ortadan kaldırmak olduğunu iddia etti. Kadın ve çocuklar başta olmak üzere sivillerin top, havan ve tanklarla hedef alınması sonrası, Suriye rejim güçleri ve İranlı milisler tarafından halkı yerinden etmek amacıyla şehre şiddetli saldırı düzenlendi. Bu da rejimin 2018’de imzalanan uzlaşma anlaşmasını ihlal etmesinin ardından Dera’nın yeni bir çatışma aşamasına girdiğini gösteriyor.
Dera’daki her ilçe, Dördüncü Tümen tarafından yürütülen sert bir askeri seferle karşı karşıya olan Dera şehrine destek vermek için birlik oldu. Kısa süre sonra, çatışmalar tüm vilayet bölgesini etkileyen çatışmalara dönüştü ve bombalama el-Yaduda kasabasında el-Zoubi ailesinden üç çocuğun ölümüne yol açtı. Harekatın ilk günü, sadece el-Yaduda’da bir kadın ve dört çocuk olmak üzere, Dera el Beled, el-Yaduda ve Tafas mahallelerinde 11 sivilin şehit edilmesi ve çoğu çocuk ve kadın olan birçok sivilin yaralanmasıyla son buldu.
Daha önce çatışmalar sırasında Dera halkı tarafından tutuklanan Suriye rejimine bağlı görevliler, Dera çatışmasının İranlı milislerin emirleri doğrultusunda gerçekleştiğini belirtti. Haber ve videoların yayılmasıyla harekatın ana amacının Dera halkından mezhepsel sebeplerle intikam almak olduğunu da belirttiler. Dördüncü Tümen subaylarından birinin dediği gibi, Dera’ya yapılan saldırıdan önce askerlere verilen emirlerden intikam alma amacı taşıdığı anlaşılıyordu: “Burada insanlarımız öldü, onların intikamını almaya ve düşmanlarımızın onurunu ayaklar altına alarak, toprağı temizlemeye geliyoruz.”
Daha da önemlisi, Şii milislerin rolü sadece kışkırtmak değildi. Dera eyaletinden aktivistlerin belgelerine göre, milisler ayrıca sivilleri hedef alan baskın ve bombalamalara da katıldılar.
Suriye rejimi, yağmalama, yolları kapatma, sivilleri kuşatıp bombalama ve sivillerin hayatlarını ve çocuklarını kurtarmak için kuşatma altındaki bölgelerden ayrılmalarına izin vermek için onlara haraç ödetmeye yönelik her zamanki yöntemine geri dönmek adına, Ghayat Dallah başkanlığındaki Dördüncü Tümen’in Ghaith Kuvvetleri liderliğindeki fırsatı değerlendirdi. Bazılarının ödeyecek paraları olmadığı için, ev eşyalarını Suriye rejim güçlerine teslim etmek zorunda kaldılar.
Suriye rejimi ve Rusya’nın ağustos ayında işlediği suçların sonucunda, 5’i çocuk 4’ü kadın olmak üzere 37 kişi şehit oldu. Rejim güçlerinin cezaevlerinde yasadışı gözaltı koşulları sebebiyle işkence altında ölümlerin ve Dera vilayetinde rejim güçlerinin güvenlik birimlerince tutuklama, adam kaçırma ve cebri alıkoymaların devam ettiği, Suriye rejim güçleri tarafından keyfi olarak gözaltına alınan ve kaçırılan en az 12 kişinin olduğuna dair belgeler de var.
“Uzlaşma anlaşmalarının” Sonuncusu
“Başkalarını öldürmeye ve kendimizi öldürtmeye karşı geldiğimiz ve anlaşmanın şartlarının yerine getirilmesini istediğimiz için, biz Dera halkı, savaştan kaçmak için güvenli bir yere sınır dışı edilmemizi talep ediyoruz. Burası bizim için bir felakete dönüşeceğinden, buranın halkı olmadan Dera el Beled şehrini rejime teslim edeceğiz.”
Dera halkı ve aşiretleri bu sözlerle, Dera’daki merkez komiteler ile Ruslar arasındaki hafif silahların teslimi konusundaki müzakerelerin başarısız olmasının ve İran milisleriyle birlikte Rusların taarruz tehdidi sonucu bir aydan fazla süren kuşatmanın ardından, Suriye rejimine ve güçlerini seferber ederek şehri yağmalamak için harekata geçen İranlı müttefiğine seslendi.
Dera’da imzalanan ‘uzlaşma’ anlaşmasına aykırı savaşlar, cinayetler ve yerinden edilmeler devam ederken, Rusya, tuhaf bir şekilde yerinden edilenlerin geri dönüşü için ortamın güvenli olduğunu iddia ederek, Suriyeli mültecilerin Suriye’ye geri dönüşünü teşvik etmek için 2020’nin Kasım ayında Şam’da bir ‘dönüş’ konferansı düzenledi. Suriye’nin mültecilerin dönüşü için gerçekte ne kadar “güvenli” olduğu, Suriye Kardeşlik, Sosyalleşme ve Yardımlaşma Derneği, Uluslararası Af Örgütü, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Suriye’deki BM Suriye Araştırma Komisyonu’nun ve diğerlerinin raporlarından anlaşılabilir. Bu raporlar, geri dönenlerin Suriye rejiminin cebri alıkoyarak, keyfi tutuklayarak, öldürerek, gasp ederek, zorla askere alarak ve taciz ederek nasıl hedef almaya devam ettiğini defalarca dile getirip belgeledi.
Kanıtlar açıkça gösteriyor ki Suriye rejimi, Rus ve İranlı müttefikleriyle birlikte,“uzlaşma anlaşmalarını” yerinden edilmiş insanların geri dönüşüne uygun bir ortam oluşturmak için kullanmaktan ziyade, çok az sayıdaki yerel nüfusla birlikte bölgenin tam kontrolünü güvence altına almayı amaçlıyor. Bu stratejinin nihai amacı, yeniden yapılanma fonlarını çekmek ve sonrasında yerel halkın yerine genellikle farklı mezhep gruplarından rejime sadık kişileri getirmektir. İran ve onun sadık milisleri de bu amaca yoğun bir şekilde öncülük ediyor.
Güneyde uygulanan model ve bunun yarattığı etkiler, Rusya ve Suriye rejiminin İran’ın desteğiyle düzenlediği uzlaşı modelinin bölgede barış ve istikrara kavuşmaktan çok uzak olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır.
Suriye rejimi ve Rusya, Eylül 2021’de başlayan Rusya ve rejimin kuşatmasına ve sivillere yönelik vahşi saldırılarına maruz kaldıktan sonra, ilk değil ama büyük ihtimalle son bir anlaşma daha imzalamak zorunda kalan Dera’daki çabalarının meyvesi olarak son uzlaşmayı da elde etti. Bu son anlaşmanın şartları arasında, önde gelen 70 muhalif ismin aileleriyle birlikte şehirden kuzeydeki muhalefet kontrolü altındaki bölgelere tahliye edilmesi de vardı. Bunun yanı sıra, Suriye rejimi ordusu ve askeri polisinin Dera el Beled’a girmeye ve bayrakları kaldırmayı, kontrol noktaları kurmayı ve baskın operasyonlarını da içeriyordu. Dera’dan ayrılmayan erkeklerin durumlarının düzenlenmesi için talepte bulunmaları gerekiyordu.
3 Eylül 2021’de Dera Merkez, Komitesi, müzakerelerin sona erdiğini ve Dera halkının önündeki tek çözümün Ürdün ve Türkiye’ye göç etmek olduğunu duyurdu. Bu da Suriye’nin her yerinde çoğunlukla Suriye rejimi ve onun İran ve Rus müttefikleri tarafından gerçekleştirilen, birçok sessizce zorla yerinden edilmeden biriydi. Rejimin bu tehlikeli politikasının amacı, toprakları kontrol altına almak ve bedeli ne kadar acımasız ve insanlık dışı olursa olsun ‘faydalı Suriye’ hedefini gerçeğe dönüştürmektir. Rejim ne kadar güvenilmez olduğunu defalarca kanıtladı, bu sebeple Suriye rejiminin egemenliği altında güvenli bir ortamın asla var olamayacağı bariz görülmektedir.
[1] SACD’ın Mayıs 2020 tarihinde Busra El-Şam’da ikamet eden Abu Yasser ile yaptığı görüşmeden
[2] SACD’ın Mayıs 2020 tarihinde Nahta kasabasından, 25 yaşındaki Mohammad ile yaptığı görüşmeden
- Kapak fotoğrafı: Dera’da uzlaşma anlaşmasının uygulanması – 1 Eylül 2021 (Yerel Ağlar)