SACD’nin, Esad kontrolündeki Suriye’de faaliyet gösteren Suriyeli, uluslararası ve BM yardım kuruluşlarından 45 personelin ifadelerine dayanan son raporu

“Yararlanıcıların ihtiyaçlarını ve kuruluşun müdahale seviyesini incelemeye odaklanarak 4 yıl boyunca çalıştım. Çalışmalarımız ağırlıklı olarak Şam ve Şam kırsalına yönelikti; özellikle çatışmanın yoğunlaştığı Doğu ve Batı Guta ve Şam şehrinin bazı mahallelerinde büyük yerinden edilme dalgalarına tanıklık eden bölgelerden gelen yerinden edilmiş insanlarla çalıştık. Güvenlik kurumları tarafından görevlendirilen çalışanlara; kuruluşun planları, yararlanıcıları ve proje bütçeleri hakkında rapor vermem ve ayrıca rejim içindeki belirli organlara da rapor vermem şeklinde zorunluluklar getirilerek çalışmalarıma müdahaleler yapıldı. Müdahaleye itiraz ettiğimizde veya yönetimi veya hibelerin verilme şeklini eleştirdiğimizde gözaltına alınmaktan korktuğumuz için hepimiz baskı altında çalışıyorduk. Bu sorun, kuruluşun rejim kontrolünde yer alan bölgelerdeki tüm şubelerinde yaşanıyor.”

 Suriye’nin Esad kontrolündeki bölgelerinde faaliyet gösteren uluslararası bir yardım kuruluşunda proje yöneticisi olarak çalışan bir Suriyeliye ait bu sözler, Suriye rejiminin yardım faaliyetleri üzerindeki kontrol derecesini çok güçlü şekilde yansıtıyor.

Rejim müdahalesi, yardım dağıtımını doğrudan etkilemekten, çeşitli projelerden kimin yararlanacağına (ve kimin yararlanmayacağına) karar vermekten tutun da; işlerini denetlemek ve izlemek için bu kuruluşlarda önemli ve nüfuzlu pozisyonlara rejime yakın kişileri atamayı; rejimin ordusuna ve milislerine, bazen hedef yararlanıcılara ulaşandan daha büyük yüzdelerde, doğrudan yardım tahsis etmeyi kapsıyordu. Bu tür bir müdahalenin kabulü, uluslararası ve Suriyeli tüm yardım kuruluşlarına nüfuz etmektedir. Şimdilerde bu kuruluşlar ve rejim kurumları arasında tehlikeli bir karşılıklı çıkar ilişkisi bulunmaktadır. Son olarak, katılımcıların çoğu, Suriye rejiminin, daha sonra siyasi müzakerelerde “bağımsız” sivil toplumun temsilcileri olarak görüleceği birçok STK’nın ortaya çıkmasında rol oynadığına kesinlikle inanıyor.

SACD’nin son raporu; Suriye rejiminin, BM ve diğer uluslararası yardım kuruluşları da dahil olmak üzere insani yardım kuruluşlarının ve genellikle doğrudan rejime bağlı kurumlar veya temsilcileri tarafından kurulan sayısız Suriyeli kuruluşun çalışmalarını kontrol altında tutmak ve yönetmek için kullandığı yöntemlerin mahiyetini, kapsamını ve sistemini incelemektedir. Bu çalışma, Suriye’nin Esad’ın elindeki bölgelerinde faaliyet gösteren 29 kuruluşun 45 çalışanı ile yapılan görüşmelere dayanmaktadır. Birkaç yabancı kişi dışında çoğu Suriyeli olmak üzere ankete katılanlar, uluslararası yardım kuruluşlarında, BM kuruluşlarında ve Suriyeli insani ve sivil toplum kuruluşlarında (STK’lar) çalışmaktadırlar. Birçoğunun araştırmaya katılma nedenleri, doğrudan veya dolaylı olarak, ancak her zaman kararlı bir şekilde bu kuruluşların çalışmalarına müdahale edip onları Suriye halkına karşı bir silah olarak kullanan Suriye rejiminin statükosunu değiştirmekti.

Katılımcıların beyanları hem yöneticilerin hem de çalışanların işlerine müdahalenin, kuruluşlara yerleştirilen veya çalışmalarını dışarıdan izleyen kurum içi veya dışı “ajanlar” vasıtasıyla yapıldığını bir kez daha ortaya koymaktadır. Bu ajanlar esas olarak rejim içinde bağlantıları olan nüfuzlu şahsiyetler veya doğrudan rejim temsilcileridir. Suriye Kızılayı’nın, yardım kuruluşlarının çalışmalarına müdahale ettiğine ve doğrudan rejim tarafından yönetildiğine yönelik algı, bu rapor için görüşülen birçok kişinin beyanlarıyla daha da güçleniyor.

Katılımcıların yüzde 95’i işlerini kaybetme korkuları nedeniyle çalışmalarına yönelik rejim müdahalesine ses çıkarmıyor. Bu durum da rejimin bu kuruluşlar üzerindeki sıkı kontrolünü (ve etkisini) bir kez daha doğrular niteliktedir. Katılımcıların yaklaşık yüzde 38’i gözaltına alınmaktan veya rahatsız edilmekten korkarken, yüzde 19’u ise doğrudan yaşamlarına yönelik yapılabilecek saldırılardan korkuyor. Katılımcılar, rejim kontrolünde olan bölgelerde müdahaleci bir güvenlik politikası yürütüldüğünü ve dolayısıyla güvenli bir ortamın mevcut olmadığını bir kez daha hatırlatıyor.

Yardımı kimin alacağına rejim karar veriyor

Suriye’deki 10 yıllık çatışma boyunca, rejim bölgelerine gönderilen uluslararası yardımların hak sahiplerine ulaştırılıp ulaştırılmadığı konusunda sürekli tartışmalar ve şüpheler bulunmaktaydı. Bazı tanıklıklar ve kanıtlar gösteriyor ki; rejim kontrolündeki bölgelerde Suriyelilere yapılan bazı BM yardımları, rejimin askeri güçlerine veya müttefik milislerine dağıtılmaktadır.

Anketten ve katılımcılarla yapılan görüşmelerden elde edilen genel izlenim, Suriye rejimi ile insani yardım kuruluşları arasındaki ilişkinin sıradan bir engelleyici müdahalenin ötesine geçtiği yönündedir. Tüm bu veriler; farklı organlar ve figürler aracılığıyla Suriye rejiminin karar verme sürecini kontrol etmesi, bu kuruluşlar için “kırmızı çizgileri” tanımlaması ve yararlanıcıların belirlenmesi üzerinde önemli bir etkiye sahip olması şeklinde tezahür eden bir ortak karar alma ilişkisinin varlığını gösteriyor.

“BM kuruluşlarının tamamen yozlaşmış olduğunu söyleyemeyiz; çünkü yüksek seviyede güvenilirlik ve şeffaflığa sahip iyi bir çalışan yüzdesine sahip. Ancak rejim kontrolündeki bölgelerde faaliyet gösteren BM kuruluşları, bu tür operasyonların devamlılığını güvence altına almak için taviz vermek zorunda kalıyor. Bu tavizler rejim taraftarlarına yardım dağıtmak suretiyle veriliyor.” Birleşmiş Milletler örgütünde çalışan Fatima’nın söylediği buydu. BM ajanslarından birinde çalışan Mira, şunları ekledi: “Faaliyet gösterdiğimiz ve Suriye rejiminin kontrolünde olan bölgelerde kayırmacılık, rüşvet ve yetkililerin doğrudan müdahalesi nedeniyle yolsuzlukların kuruluşları ele geçirdiğini söyleyebilirim. Burada herkes fonlardan yararlanma karşılığında, siyasi ve dini kimliklerine göre yararlanıcıların belirlenmesine olumlu bakıyor.”

Ankete katılanların yaklaşık yüzde 47’si, insani yardımların askeri güçlere aktarıldığı vakaları bildiklerini doğruladı (Şekil 10). Bu oldukça yüksek bir yüzde, çünkü çok az kişi bu tür bilgilere sahip; bu nedenle orduya ve milislere aktarılan insani yardımın gerçek yüzdesinin çok daha yüksek olması muhtemeldir.

“Askeri güçlere en fazla desteği, Suriye Arap Kızılayı ve Al-Bustan kuruluşları sağlıyor. Yardımların çoğu açık bir şekilde askeri personelin ailelerine ve Milli Savunma Bakanlığı’na gidiyor.” diyor Suriyeli bir STK’da yönetici olan Layla.  Yerel bir kuruluşun yöneticisi olan Tarek, “Projelerini yürüttükleri alanlarda faaliyet ve devamlılıklarını korumak amacıyla projeler için kullanılacak olan finansmanın bir kısmını askeri güçlere ve milislere dağıtan çok sayıda kuruluş var. ‘Al-Bustan’, ‘Al-Areen’ ve ‘Al-Amanah’ gibi esas olarak orduya yardım sağlamak için var olan örgütler var” diye ekliyor.

Anket sonuçları ve tanıkların beyanlarıyla anlaşıldığı üzere, rejimin sıkı güvenlik politikaları ile insani yardım faaliyetlerine ve yardım kuruluşlarına yönelik göstermiş olduğu aşırı müdahale ve bu kuruluşlar üzerindeki nüfuzu nedeniyle rejim kontrolündeki bölgelerde orduya yardım yapılmasının sistematik bir uygulama haline geldiği açıktır.  Ankete katılanların yarısından fazlası (yüzde 57), kuruluşlar tarafından sunulan toplam yardımın yüzde 25’e kadar olan kısmının askeri güçlere ve ailelerine ve rejim müttefiki olan milislere aktarıldığını; yine ankete katılanların yüzde 28’i, kuruluşlarının yardımlarının yüzde 26 ila 50’sinin askeriyeye ulaştığını doğruladı.

Ankete katılanların yaklaşık yüzde 62’si, askeri yetkililerin ve güvenlik güçlerinin Suriye’deki insani yardım faaliyetlerine ve yardım kuruluşlarının çalışmalarına yüksek veya çok yüksek düzeyde müdahalede bulunduğuna inanırken, yalnızca yüzde 3’ü askeri müdahale olmadığına inanıyor.

“Yararlanıcı ailelerin isimlerini ve numaralarını içeren listeler hazırlanır. Listelere yazılan bu kişiler genellikle Şam kırsalının yıkılmış bölgelerindendir. Ancak kuruluş için fon sağlandığında, yardımın büyük kısmı askeri güçlerin ve müttefik milislerin ailelerine verilirdi. Diğer kuruluşlar da güvenliklerini ve sürekliliklerini garanti altına almak için aynı şeyi yapıyor.” diye belirtiyor Samer. Rejim kontrolündeki bölgelerde faaliyet gösteren uluslararası bir örgütün yöneticisi olan Kaseem bunları doğrulayarak ekliyor: “Suriye’de faaliyet gösteren kuruluşlar, yardım amacıyla alınan fonlardan aylık sabit bir miktar yardım ve nakit parayı, bu kuruluşların faaliyet gösterdiği bölgelerdeki askeri makamlara ve kontrol noktalarına ödemek için ayırıyor.”

Yolsuzluk ve Kontrol

Çalışmanın katılımcıları, her türlü insani yardım faaliyetinde ve yardım kuruluşları tarafından uygulanan başlıca yolsuzluk uygulamalarının aşağıdaki yöntemlerle gerçekleştiğini vurgulamıştır:

  • İstihdam politikaları (yüzde 69)
  • Yararlanıcıların seçiminde ayrımcılık (yüzde 49)
  • Yetkili kişilerin menfaat temin edebileceği proje seçimi (yüzde 42)
  • Zimmete para geçirmeyi kapsayacak sahte projeler (yüzde 22)

Bu rakamlar, rejimin bu kuruluşlar üzerinde tam kontrol sağlamak için çok sistematik bir yaklaşım uyguladığını bir kez daha teyit ediyor. Rejim, yöneticilerin ve çalışanların atanmasında belirleyici rol oynayarak projelerden kimlerin yararlanacağını ve hatta hangi projelerin uygulanacağını belirleyip, bu süreçte çeşitli yasadışı faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu durum, kötü sonuçları olan kısır bir döngüye sebep olmaktadır.

Katılımcıların çoğu BM ve uluslararası yardım kuruluşlarının yerel STK’lardan daha az yolsuzluk yapacağını düşünmekle birlikte, ankete katılanların yaklaşık yüzde 58’i, rejim kontrolünde olan bölgelerde faaliyet gösteren BM insani yardım kuruluşlarındaki yolsuzluk düzeylerinin orta ila çok yüksek olduğunu belirtiyor. Yolsuzluğun düşük veya çok düşük olduğunu bildirenlerin yüzdesi ise 42.

İnsani yardım kuruluşunda yönetici olan Samer, “BM kuruluşlarındaki yolsuzlukların çoğu, rejim kontrolündeki alanlarda devlet kurumlarının ve güvenlik birimlerinin baskısına karşı taviz vermeden faaliyet gösteremeyecekleri açık olduğundan dolayı, zorunlu bir dayatma sonucu yaşanıyor” diyor. “Suriye’deki BM kuruluşları, bir anlaşmayı güvence altına almak için yüksek komisyonların ödenmesini içeren ihaleler ve dış kaynak kullanımı konusuna ek olarak, hesap verebilirlik eksikliği ve yozlaşmış yerel kuruluşlarla ortaklıklar nedeniyle yüksek düzeyde yolsuzluğa maruz kalıyor.” Suriyeli bir insani örgütünde yönetici olarak çalışan Sandy’yi ekledi. “Yapılan işlerde kayırmacılık ve kişisel bağlantılar önemli bir rol oynuyor. Bölüm ve ofis başkanlarına işleri ilerletmek için çok yüksek maaşlar ve rüşvetler ödeniyor. Bu kuruluşların yardım etmek istedikleri taraflar hızlı bir şekilde sözleşmeler imzalarken, yardım etmeyi düşünmedikleri taraflar, bir yıl beklemek zorunda kalıyor ve sonra da hiçbir yardım alamıyorlar.” BM ajanslarından birinde çalışan Anas diyor.

Tanıklıklara ve katılımcılarla yapılan doğrudan görüşmelere göre, yerel insani yardım kuruluşlarının yolsuzluk oranları çok daha yüksektir. Ankete katılanların yaklaşık yüzde 52’si yerel kuruluşlardaki yolsuzluk düzeylerinin ya yüksek ya da çok yüksek olduğuna inanıyor.

Nitekim büyük ölçüde bu yüzdelik varyasyon, rejim kontrolünde bulunan bölgelerdeki uluslararası insani yardım kuruluşları ile yerel insani yardım kuruluşları arasındaki temel farkı yansıtmaktadır: Uluslararası kuruluşlar hayatta kalabilmek ve rejimin zulmünden kaçınmak için çoğunlukla belirli düzeydeki bir yolsuzluğu kabul etmeye zorlanırken; yerel kuruluşların çoğu rejime yakın kişiler tarafından fon elde etme aracı olarak kullanılmak üzere kurulmaktadır.

Katılımcılara göre, rejim bağlantılı kişilerin insani yardım kuruluşlarında yer almasını sağlamak için uygulanan en yaygın yöntem, yetkililerin akrabalarını veya rejime yakın kişileri istihdam etmektir.

“Şam başta olmak üzere şu anda rejim bölgelerinde faaliyet gösteren yerel kuruluşlar, Sosyal İşler ve Çalışma Bakanlığı tarafından ruhsatlandırılmıştır. Bu kuruluşlar, rejimin imajını düzeltmeye yönelik kampanyaların bir parçası olarak kabul edilmekte ve adam kayırma, rüşvet ve sair şüpheli ilişkilerle yönetilmektedir. Amaçları, doğru yerde harcanıp harcanmadığına bakılmaksızın en büyük miktarda fonu elde etmektir. İnsani yardım alanında en yozlaşmış kuruluşlar olarak kabul ediliyor.” BM ajanslarından birinde çalışan Mira, şunları söyledi, uluslararası bir STK çalışanı olan Sawsan bunu ekliyor. “Yolsuzluk yerel kuruluşlarda büyük ölçüde iki temel alanda karşımıza çıkıyor: Birincisi yararlanıcı seçimi, ikincisi ise çalışan seçimi. Yardım kuruluşu rejimi (doğrudan) desteklemiyorsa, güvenlik kurumları veya hükümet tarafından belirlenen çalışanları ve yararlanıcıları kabul etmek zorunda kalabilir; nitekim varlığını korumak için bunu reddedemeyecektir.”

Yerel bir STK çalışanı olan Razan ise “2 yıl önce projelerden birine gönüllü olarak katılmıştım. Projedeki ücretim için bana belli bir miktar para verildi. Bir süre sonra kurumun benim aldığım miktarın beş katı fatura ve makbuz gönderdiklerini ve benim adıma imzaladıklarını öğrendim. Bunun üzerine bağışçılar benimle doğrudan iletişime geçtiler ve daha sonra manipüle edildiği ortaya çıkan birçok mali konu hakkında bana sorular sordular. Tabii ki, finansman ve destek süreci durduruldu ve proje askıya alındı. Ancak kuruluş hala çalışmalarına devam ediyor ve başka destekleyici organlar buldu; oradaki çalışanlardan alınan bilgilere göre yolsuzluk da devam ediyor. Ayrıca idari işlerde çalışanların çoğu, memur ve memurların çocukları olduğundan, teşkilat müdürü alt kademedeki çalışanlarından bağımsız olarak herhangi bir karar alamıyor. Kuşkusuz bu durum, organizasyondaki yozlaşmanın bariz yönlerinden biridir”, sözleriyle durumu gözler önüne seriyor.

Katılımcılara, bu kuruluşlarda memur akrabalarının istihdam edilmesinde adayların liyakat ve yetkinliklerinin dikkate alınıp alınmadığı sorulduğunda, işe alım politikalarındaki kayırmacılık daha net bir şekilde görünür hale gelmiştir. Yüzde 93 gibi şaşırtıcı bir oran, yetkililerin akrabalarının ve bağlantılı kişilerin istihdamının yetkinlik temelinde yapılmadığını düşünmekte ve aynı orandaki yüzde, sözleşmeli olarak çalışanların pozisyonlarına uygun olmadığını bildirmektedir.

Ankete katılanların yaklaşık yüzde 87’si, rejimle bağlantılı olan çalışanların ve yöneticilerin, kuruluşların faaliyetleri ve çalışanları hakkında rejimi ve istihdamlarını düzenleyen tarafları izleyip rapor verdiğini ifade etti. Bu istihdam politikası, rejimin farklı STK türlerini ve hatta Suriye Arap Kızılayı’nı (SARC) kontrol etmesini sağlamıştır. Bu çalışma için görüşülen yöneticilerin üçte ikisinden fazlası, SARC’ın tamamen rejim tarafından kontrol edildiğini ve yüksek düzeyde yolsuzluğa ve hizmetlerinin rejimi ve milislerini destekleyecek şekilde siyasallaştırılmasına maruz kaldığını iddia etti. Yüzde 13’ü konu hakkında yorum yapmayı reddetti ve kalan yüzde 18’i SARC’ın 2011’den beri oynadığı rolden duydukları memnuniyeti dile getirdi.

SARC, rejim aygıtının bir uzantısı olarak çok önemli bir role ve diğer yerel, uluslararası ve BM kuruluşları üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. BM ve uluslararası kuruluşlar; rejim, SARC veya Suriye’de sunmayı planladıkları programların türüne bağlı olarak belirli bir bakanlık tarafından onaylanmış ve akredite edilmiş STK gibi yerel bir kuruluşla ortak olmadıkça Suriye’de faaliyet gösteremezler.

Suriye Adalet ve Hesap Verebilirlik Merkezi tarafından Ağustos 2019’da yayınlanan rejim belgeleri[1], “istihbarat teşkilatlarının kendi şubelerine, SARC ile yakın koordinasyon içinde çalışmaları için, ayrıca [muhaliflerin kontrolü altındaki] bu bölgelere tıbbi yardım dağıtımını düzenlemek ve izin verilecek yardım türlerini seçmek için açık emirler verdiğini gösteriyor.” Diğer bazı belgeler ise, güvenlik görevlilerinin doğrudan yardım dağıtım merkezlerinden yardım alan kişileri sorguladığı ve gözaltına aldığı vakaları açığa çıkaran BM şikayetlerine atıfta bulunuyor.

SARC’ın eski bir çalışanı tarafından İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne (İHİÖ) sunulan, dağıtılan yardım ve tıbbi malzemelerin belgeleri ve makbuzları, tüm yardım malzemelerinin teslimatının ancak güvenlik birimlerinin onayı ile mümkün olduğunu göstermektedir. Yerel insani yardım kuruluşlarının çalışanları, güvenlik güçlerinin teslim edilen tüm malzemeleri kontrol ettiğini ve yardım konvoylarına eşlik ettiğini doğruladı. Güvenlik güçleri, kişisel çıkarları için yardımın bir kısmına el koymak veya siyasi nedenlerle temel tıbbi yardımın teslimini engellemek için bu baskı yöntemini kullanmaktadır. İHİÖ raporu[2] bu eğilimleri detaylandırıyor:

Eski bir SARC çalışanı, kurumda geçirdiği dört yıl boyunca, üst düzey istihbarat görevlilerinin insani yardım malzemelerini çalmak ve yeniden satmak için SARC çalışanlarıyla iş birliği yaptığı birkaç olaya tanık olduğunu İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne  bildirdi. Çalındığını söylediği malzemelerin resimlerini göstererek istihbarat birimleri tarafından malzemelerin sevkiyatına ve dağıtımına müdahale edildiğini ve sevkiyatlarda mühürlerin kırıldığını söyledi. Başka bir insan hakları aktivisti, Hava Kuvvetleri İstihbarat şubesi olduğunu iddia ettiği yerde saklanan yardım malzemelerinin görüntülerini paylaştı.

SARC ve bazı yerel kuruluşlar, güvenlik birimleri ile yabancı kuruluşlar (yani BM veya diğer uluslararası taraflar) arasında bir köprü görevi görüyor; böylece güvenlik personelinin onlarla doğrudan ilgilenmesi gerekmemekte.

İHİÖ raporu, güvenlik güçlerinin dağıtım ve yararlanıcı listelerinin kararlaştırılmasına sürekli müdahale ettiğini, kuruluşların programlarını yürütme kapasitelerinin zaafa uğratıldığını ve temasa geçtiği tüm uluslararası kuruluşların yerel ortaklar tarafından kendilerine getirilen kısıtlamalarla ilgili endişelerini dile getirdiğini belirtiyor.  SARC’ın ana yerel ortak olarak dayatılması gerçeği, yardımın gerektiği şekilde dağıtımını sağlamayı daha da zorlaştırmakta ve yardım faaliyetlerini ciddi şekilde kısıtlamaktadır.

“Suriye Arap Kızılay’ı, ordunun sağlık teşkilatı için çok faydalı. Kendisini çalışmaya adadı ve askeri yetkililer için bile ulaşılması çok zor olan bölgelere ulaştı. Birçok aşamada, halkın güvendiği tek yetkili kurumdu. Ama yardım departmanı konusunda tarihi hırsızlıklar, zimmete para geçirme ve yararlanıcılara yönelik cinsel sömürü noktasına varan istismarların olduğu inkâr edilemez ve ne yazık ki herhangi bir hesap verilebilirlik söz konusu değil.”, diye vurguluyor SARC ile çalışan bir STK’da yönetici olan Sande. “Suriye Arap Kızılayı’nda hırsızlık, ülkedeki güvenlik birimleriyle olan ilişkiler nedeniyle açıkça ve hesap verme korkusu olmadan gerçekleşiyor. Sağlık alanında yolsuzluk seviyesi düşük, çünkü Suriye Kızılayı çok fazla tıbbi ekipman veya ilaç almıyor. Ancak konu yardıma gelince, Kızılay’ın kontrol alanında meydana gelen sömürü ve gasp skandallarına ek olarak hırsızlık da alenen yapılıyor. Özellikle de Şam kırsalı bu yolsuzluklardan etkileniyor” sözlerine yer veriyor.

Bağışçılar uygun denetimleri yapıyor mu?

Çalışma, Suriye’deki uluslararası bağışçıların, yardım faaliyetlerinin hedef kitlesi olan kamuoyunun veya yararlanıcıların çoğunlukla göremediği bazı önemli ve acı hakikatlerle boğuştuklarını doğrulamaktadır. Özetle, uluslararası kuruluşların ve BM kuruluşlarının, Suriye’de yerel insani yardım ve yardım kuruluşlarıyla birlikte çok önemli bir rolünün olduğu ancak rejimin bu kuruluşlara, erişim ve operasyonlar üzerinde sıkı bir denetim uyguladığı oldukça açık. Uluslararası kuruluşların büyük çoğunluğu rejim kontrolündeki alanlarda olumlu bir rol oynamaya çalışsa da şantajlara maruz kalıyor ve faaliyetlerini sürdürmek için belirli seviyelerde yolsuzluk ve adam kayırmayı kabul etmek zorunda kalıyor.

Yerel kuruluşlar ise uluslararası kuruluşlardan ve BM kuruluşlarından çok daha yüksek düzeyde yolsuzluk sergilemektedir ve Suriye rejimi, bu kuruluşları fonlara erişmek ve proje süreçlerini ve yararlanıcıları kontrol altında tutmak için bir araç olarak kullanmaktadır. Kontrolün gerçekleştirildiği kilit uygulama ise istihdam: rejim, yöneticileri ve çalışanları atayarak, kuruluşların faaliyetlerini izleyebilmekte, kontrol edebilmekte ve çalışanlarını gözetleyebilmektedir.

İnsani yardım kuruluşları, baştan beri rejimin kontrolü altındadır. Böylelikle tüm döngü tamamen kontrol edilir ve takip edilir vaziyettedir. Bu kuruluşlar tarafından yapılan yardım ve projelerden yararlananlar, çoğunlukla siyasi ve mezhepsel unsurlar göz önünde bulundurularak ve ayrımcı bir yöntemle belirlenmektedir. Endişe verici tarafıysa, uluslararası kuruluşlar ve BM kuruluşları tarafından doğrudan veya yerel ortaklar aracılığıyla sağlanan yardım ve hizmetlerin bir kısmının, rejimin askeri koluna ve mezhepçi milislere aktarılması.

En nihayetinde rejim, kontrolündeki bölgelerde faaliyet gösteren yardım kuruluşlarını, politikalarını ve uygulamalarını ilerletmeye yarayan bir takım araçlar olarak görüyor. Rejim kontrolündeki bölgelerde STK’ların yüksek bir oranı temsil amaçlı kullanılıyor. Dolayısıyla her ne kadar teorik olarak siyasi düzeyde sivil toplumu temsil ediyor gözükseler de pratikte rejimin gündemini aktarmaktadırlar.

Peki buna karşı ne yapılabilir? Buradaki anahtar kelime, denetim. Uluslararası bağışçılar, özellikle Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri; BM ve uluslararası kuruluşlar ve de özellikle yerel kuruluşlar da dahil olmak üzere Suriye’de faaliyet gösteren herhangi bir insani yardım kuruluşu veya STK için inceleme sürecini sıkı bir şekilde takip etmelidir. İşe alım süreçlerinin, yararlanıcılar arasında ayrımcılığa ve yardıma rejim tarafından el konulmasına yol açabilecek politika ve uygulamaların ve rejim tarafından kontrol edilen alanlarda çalışmalarını finanse ettikleri yardım kuruluşlarının şeffaf ve profesyonel denetimini yapmalıdır.

Bireysel atamalar, fonların kullanımı ve diğer ilgili uygulamalar dahil olmak üzere fon sağladıkları STK’lar ile rejim kontrolü altındaki kurumlar arasındaki bağlantıların şeffaf incelemeleri gerçekleşmelidir. Bu tür kuruluşlar, siyasi süreçteki temsiliyet bağlamında bağımsız olarak kabul edilemez.

En önemlisi, sınır ötesi yardım ve Suriye’deki tüm insani yardım teslimatları siyasetten uzaklaştırılmalı ve silahsızlaştırılmalıdır. Bu raporda açıklanan uygulamalarla rejimin İdlib’e yardım dağıtmasına izin verilmemelidir. İlgili devletlerin ve insani aktörlerin, Suriye rejimi ve Rusya tarafından yardımın silahlandırılmasını önlemek için kullanabilecekleri ve BM Güvenlik Konseyi’nin onayı olmadan sınır ötesi yardımları yasal olarak ulaştırabilecekleri yasal bir zemin mevcuttur.

Son olarak, kuruluşların yardım öncesi gerçekleştireceği herhangi bir dağıtım planının yolsuzluktan bağımsız ve meşru bir şekilde yürütülmesi için Suriye’de insani yardım dağıtımına ilişkin uygulama ve politikaların BM çapında incelenmesi; güvenli, gönüllü ve onurlu bir geri dönüş için uluslararası toplum tarafından garanti edilen asgari koşullarla kapsamlı bir siyasi çözümün parçası olarak gerçekleşebilir.

Uluslararası bağışçıların, Suriye’de ilkeli bir şekilde yardım sağlanması konusunda böyle bir gözetim mekanizmasının kurulmasında aktif olarak yer aldığı iyi bilinmektedir. BM’nin 2018’de kabul ettiği Parametreler ve İlkeler’e bağlılığı, yardım dağıtımını takip etmek için kontrol etme ve onaylanmış bir sistem sağlama vaadini yerine getirip getirmediği belirsizliğini koruyor. Ayrıca, bağışların en çok ihtiyaç duyan kişilere ulaşmasını sağlamaya çalışan bireysel bağışçıların, kendi değerlendirmelerini ve denetimlerini gerçekleştirdiğinin de farkındayız.

Aynı zamanda, bağışçıların, rejimin Dışişleri Bakanlığı, SARC, Suriye Kalkınma Vakfı ve rejimin doğrudan kontrolü altındaki diğer çatı kuruluşlarla çalışmak zorunda olduğunu da biliyoruz. Fakat, uzun vadeli bir çözüm ve istikrar umudunun devam etmesi için, bu raporda açıklanan politika ve uygulamalar ve Suriye rejiminin yardımı silahlandırması ve sivil toplumu ele geçirmesi normalleştirilmemelidir. Sonuç olarak, yolsuzluk ve Suriye rejiminin savaş ekonomisini finanse etmek için yardım fonlarını kullanması konularında hesap verebilirlik olmalıdır. Bu rapor, bu tür politika değişikliklerine katkıda bulunmak üzere tasarlanmıştır.

Bu bulgular, başta BM ve Avrupa Birliği olmak üzere Suriye’ye en büyük insani yardım bağışçılarının politikalarını etkilemelidir. Sahada çalışan BM kurumları ile uluslararası ve Suriye kuruluşları tarafından, Suriye rejiminin baskıcı, kriminal planlarını yürütmesi için yaptığı yardım manipülasyonunu ve müdahalesini önlemek adına, fonlarının nasıl kullanıldığına dair bağımsız ve objektif bir denetim yapılmalıdır. Bu bulgular Rusya’nın sınır ötesi yardımla ilgili BMGK’daki şantajının nasıl sona erdirileceği konusundaki tartışmalara ışık tutmalı ve yardımın BMGK onayı veya rejim müdahalesi olmadan yasal olarak halka ulaştırılmasını sağlamak için alternatif yaklaşımlar benimsenmelidir. Güçlü uluslararası güvencelere sahip kapsamlı bir siyasi çözümün ardından yerinden edilmiş Suriyelilerin organize şekilde, güvenli bir biçimde, gönüllü ve onurlu geri dönüşü için herhangi bir plan geliştirilmeden önce, Suriye’de insani yardım dağıtımında yer alan BM kurumlarının politika ve uygulamalarının kapsamlı bir şekilde araştırılması gerekmektedir. İnsani yardım operasyonlarının insani ilkeler doğrultusunda yürütülmesi sağlanmalı ve hayat kurtaran yardımların dışındaki çalışmaların, Suriye genelinde BM yardımına ilişkin 2018 BM İlkeleri ve Parametreleri ile uyumlu olması gerekmektedir. Uygulamanın daha fazla takip edilmesine ihtiyaç vardır ve yakın bir zamanda gerçekleşmesi imkânsız görünmektedir. Bu durum, özellikle rejim kontrolündeki bölgelerde olmak üzere Suriye içinde faaliyet gösteren BM kurumlarının, bağışçıların kırmızı çizgilerine ve temel operasyonel standartlara saygı göstermesini sağlamak için, devam eden bölgesel diyaloğa acilen odaklanmayı gerektirecektir. Ayrıca, BM Ülke Ekibi ve bağışçıları görüşmeler sırasında bu raporda yer alan bilgiler gibi üçüncü kişilerden gelen kanıtları ve tavsiyeleri ciddiye almalıdır.

[1] Suriye Adalet ve Hesap Verebilirlik Merkezi, “Suriye Arap Kızılayı’nın İç yüzü”, 9 Ağustos 2019. https://syriaaccountability.org/updates/2019/08/08/inside-the-syrian-arab-red-crescent/

[2] İnsan Hakları İzleme Örgütü, “Sisteme Hile Karıştırma” 2019. https://bit.ly/3wDuX24

Kapak fotoğrafı: Yardım konvoyu Doğu Guta’ya gidiyor  2018 (BBC)