Giriş
Suriye’deki çatışmalar, modern çağın en karmaşık ve etkili durumlarından birini ortaya koymaktadır. Etkisi, kamu güvenliğinin hızla çökmesinden ürkütücü boyuttaki ekonomik gerilemeye kadar ülkenin coğrafi sınırlarının ötesine uzanmaktadır ki Suriye, vatandaşlarının hayatlarının pek çok alanında felaket boyutunda dönüşümlere şahit olmuştur.
Sivillerin devam eden çok taraflı çatışmalar içinde yaşam mücadelesi verdiği Suriye’deki güvenlik durumu büyük bir sorun olarak görülmektedir. Suriye halkı her gün bu çatışmaların sonuçlarıyla yüzleşmekte, acı çekmekte ve çok zor koşullarda yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. Durmak bilmeyen şiddet, birçok insanı kaçıp çatışma bölgelerinden uzakta güvenli bir sığınak aramaya zorlamaktadır.
Ancak ülkeye gölge düşüren sadece yaşanan bu güvenlik durumu değildir, ekonomik bozulma da kendini açıkça göstermektedir. Rejim güçleri ile aralarında Rusya ve İran güçlerinin de bulunduğu müttefiklerinin ve onlara bağlı milislerin saldırıları ekonomik yapıyı tahrip etmiş, işsizliğin artmasına ve vatandaşların yaşam koşullarının kötüleşmesine yol açmıştır. Bu açık ekonomik gerileme, insanların temel ihtiyaçlarını karşılama imkanlarını büyük ölçüde etkilemiş, pek çok kişiyi sefaletin ve aşırı yoksulluğun eşiğine itmiştir.
Bu şekilde Suriye’deki çatışmaların genel bağlamı, büyümeye devam eden sıkıntıları gösteren acı bir tabloyu ortaya koymaktadır. Bu tablo, Suriye halkının acılarına son verecek ve bölgede istikrarı yeniden tesis edecek köklü çözümler bulma konusunda geniş bir uluslararası iş birliğini gerektirmektedir. Suriyeliler kendi ülkelerinde yaşadıkları sıkıntıların bir kısmını bugün sığındıkları ülkelerde de yaşamaktadır. Belki de bugün Lübnan’da çektikleri acılar bunun en büyük kanıtıdır.
Suriyelilerin, Lübnan’da karşılaştığı başlıca tehditler
Lübnan’daki Suriyeli mültecilerin durumu
Lübnan’daki Suriyeli mültecilerin karşılaştığı en önemli zorluklar arasında hukuki durumları yer almaktadır. Bu durum, en çok endişeye sebep olan yönlerden biridir ve karşılaştıkları zorlukların boyutunu ortaya koymaktadır. Birçoğu yasal güvenlikleri olmaksızın yaşamakta, oturum için resmî belgeleri ve yasal izinleri bulunmamaktadır. Bu durum Suriyelileri, herhangi bir yasal güvence olmaksızın sınır dışı edilme tehdidine karşı savunmasız hale getirmektedir. Ayrıca birçoğu, çalışma veya sosyal güvenceleri olmaksızın karaborsada çalışmaktadır ve bu da onları sömürülmeye ve zorlu ekonomik koşullara karşı savunmasız hale getirmektedir.
SACD, Lübnan’daki bazı Suriyeli mültecilerle özel bir röportaj gerçekleştirmiştir. Gösterilere katılmaları ve Esad rejimine karşı çıkmaları, Suriye rejiminin eşini takibe alması nedeniyle 2013 yılında eşi ve çocuklarıyla birlikte Suriye’den ayrılmış olan E.A., kendisiyle yapılan röportajda şunları ifade etmiştir:
“18 yaşını doldurmuş çocuklarım dışında sadece eşimin ve benim resmi evraklarımız var. Belgeleri hâlâ Lübnan Kamu Güvenliği tarafından alıkonulmuş olan 18 yaşını doldurmuş oğlumun sınır dışı edilmesi korkusu taşıyoruz. Oğlum artık sınır dışı edilme korkusuyla kontrol noktalarının olduğu yerlere gidemiyor ve çalışamıyor.”
Ekonomik duruma gelince, zorluklar her geçen gün daha da artmakta ve birçok mülteci günlük geçimini sağlamakta zorlanmaktadır. Birçok ailenin sürekli bir geliri bulunmamakta ve yüksek işsizlik oranlarından muzdariptir. Bu durum, herhangi bir sosyal sigorta veya devlet desteği olmadan yoksulluk sınırının altında yaşamalarına neden olmaktadır.
E.A. Suriyelilerin Lübnan’daki genel durumunu şöyle anlatıyor:
Bizim durumumuz ve genel olarak Lübnan’daki Suriyelilerin durumu içler acısıdır. İşler çok zor ve maaşlar çok azdır. Lübnanlı işçiler Suriyeli işçilerin üç katı kadar kazanmakta ve Lübnan’da ekonomik durum tamamen çökmüş durumdadır.
Eğitim alanına gelince, Suriyeli mülteciler çocuklarını okula kaydettirme konusunda büyük zorluklarla karşılaşmaktadır. Pek çok aile gerekli resmî belgelere sahip değildir ve çocuklarını okula kaydettirmeleri için gereken yüksek maliyetleri karşılayamamaktadır. Birçok çocuk eğitim hakkından mahrum kalmakta ve okula gitmek yerine çalışmaya zorlanmaktadır. Bu da gelecekteki eğitim ve kendini geliştirme fırsatlarını kaybetmelerine yol açmaktadır.
Irkçılık ve güvenlik tehditleri arasındaki Suriyeliler
Suriyeliler, Lübnan’da taciz, ırkçılık ve devam eden güvenlik tehditleri gibi birçok büyük zorlukla karşı karşıyadır. Ülkenin yaşadığı krizden Suriyeli mültecileri sorumlu tutan, onları ekonomik sorunlara ve güvenlik sorunlarına neden olan bir faktör olarak gösteren üst düzey Lübnanlı yetkililerin açıklamaları da bu tehdidi açıkça ortaya koymaktadır.
Üst düzey yetkililerin, yasanın Suriyelilere sıkı bir şekilde uygulanmasının gerekli olduğu konusunda çağrıda bulunması ve Lübnan’daki Suriye kamplarında terörist hücrelerin ve militanların varlığı konusunda uyarılarda bulunmasıyla birlikte ayrımcılık son zamanlarda daha da artmıştır. Şüphesiz bu açıklamalar Suriyeli mülteciler ile Lübnan halkı arasında gerilimi artırmakta ve bölgede ırkçılığın ve saldırıların artacağına işaret etmektedir.
Lübnan İçişleri Bakanı Bessam Mevlevi, Güçler Partisi koordinatörü Pascal Süleyman’ın Cübeyl’deki St. George Kilisesi’ndeki cenazesinde yaptığı konuşmada, Suriyelilerin varlığı nedeniyle bulundukları durumun bir sonucu olarak Lübnan halkının büyük acılar çektiğine değinerek, “Suriye kaosunu dizginlemenin” gerekliliğini vurgulamıştır.
Geçici hükümetin Yerinden Edilmiş Kişiler Bakanı Essam Sharaf al-Din ise, Lübnan topraklarındaki Suriye kamplarında oluşan, misyonu ABD’ye ve genel olarak Batılı ülkelere hizmet eden siyasi amaçlar doğrultusunda Suriye’deki güvenliği baltalamak olan uyuyan terörist hücrelerin” varlığını vurgulayarak, mülteci kamplarında zamanını ve Washington’dan gelecek sinyali bekleyen 20.000 silahlı kişinin bulunduğunu iddia etmiştir.”
Bu tehditler, Lübnan hükûmetinin Suriyeli mültecilere yönelik kayıtsız kalma ve ihmal politikasına bağlanmaktadır ve gerekli korumayı, hukuki desteği ve güvenlik desteğini sağlamayarak mültecileri zor durumda bırakmaktadır. Bu durum bölgede insan hakları ve güvenlik için gerçek bir tehdit oluşturmakta, Lübnan’daki Suriyelilerin durumunun iyileştirilmesi, ayrımcılığa ve potansiyel güvenlik tehditlerine karşı korunmalarının sağlanması için acil bir şekilde harekete geçilmesini gerektirmektedir.
Lübnan’daki Suriyeli mültecilerin, savaş ve şiddetten kaçan, kendilerinin ve ailelerinin hayatlarını korumaya çalışan insanlar olduğunu ortaya koymak gerekmektedir. Birçoğu silahlı çatışmaların etkilerinden muzdariptir ve her türlü çatışmadan uzakta güvenli bir sığınak aramaktadır. Bu nedenle Lübnan’daki Suriyeli mültecilerin, çoğunun ülkelerindeki zorlu koşulların mağduru olduğunu ve sığındıkları yerlerde silahlanmadıklarını, silahlı çatışmalara veya başka herhangi bir tehdide katılmadıklarını vurgulamak gerekmektedir.
Suriye’ye zorla geri gönderme ve tehlikeleri
Suriyeliler, Lübnan’da karşılaştıkları karmaşık zorlukların gölgesinde, hayatlarına ve geleceklerine yönelik göz ardı edilemeyecek ciddi tehditlere maruz kalmaktadırlar. Suriye’ye zorla geri gönderilme riski, bu tehditler arasında karşılaştıkları en ciddi zorluklardan biri olarak öne çıkmaktadır
Bu riskli süreç, Suriyeli mültecileri keyfi tutuklama, işkence ve hatta ölümle karşı karşıya bırakabilmektedir. Suriye’de çatışmaların devam edişi, güvenli ve onurlu yaşam koşullarının bulunmaması göz önüne alındığında, zorla geri gönderme, Suriyelilerin yaşamları ve güvenlikleri için gerçek bir tehdit oluşturmaktadır.
E.A. röportajda şöyle ifade etmiştir:
Cani Esad rejimiyle ilişki kuran her ülke, Suriye halkının katledilmesi konusunda onun suç ortağıdır ve tek kelimeyle insanlık değerlerine ve insan haklarına hıyanet etmiş demektir. Suriye asla güvenli değildir. Askerlik çağına gelmiş çocuklarım var ve kocam sadece gösterilere katıldığı için rejimin güvenlik birimleri tarafından aranmaktadır. Suriye rejimi yalancı ve güvenilmezdir.
Mesela arkadaşım çocuklarıyla birlikte Halep’e döndü. Sınırda oğlunu tutukladılar ve sahte nüfus cüzdanı taşımakla suçladılar! Biz, “gönüllü geri dönüş” denilen yöntemle rejim bölgelerine zorla dönmek istemiyoruz.
İnsan Haklarına Erişim Merkezi’nin (ACHR) sağladığı belgelenmiş rakamlar ve sunulan belgeler, Lübnan’daki Suriyeli mültecilerin karşı karşıya olduğu trajik gerçeği ortaya koymaktadır. Merkezin yayınladığı araştırma raporuna göre 2023 yılı başından Aralık ayı sonuna kadar, Lübnan’da 1.080 kişi keyfi olarak gözaltına alınmış, 763 kişi ise zorla Suriye’ye sınır dışı edilmiştir. Bu rakamlar, Lübnan’daki Suriyeli mültecileri hedef alan gelişi güzel güvenlik kampanyasının binlerce kişinin hayatı ve güvenliği için gerçek bir tehdide dönüştüğünü göstermektedir.
Ölüm yolculuğu gerçeği, bu Suriyelilerin sınır dışı edilip Suriye rejimine teslim edilmesiyle başlamakta, güvenlik soruşturmaları, askeri, siyasi ve sivil çözüm prosedürleri, askeri mahkemeler aracılığıyla keyfi tutuklama ve göz altılarla da Suriyeli yetkililerin onlara yönelik uyguladığı ihlallerin yeni bir aşamasına geçilmiş olmaktadır. Bazı durumlarda mülteciler zorla ortadan kaldırılmaya, işkenceye ve kötü muameleye maruz kalmış, zorunlu veya yedek askerlik çağındaki mülteciler ise Suriye ordusuna nakledilmiştir. Bazı durumlarda mülteciler, Suriye Ordusu’na bağlı Dördüncü Tümen tarafından sınırdaki kaçakçılık çetelerine zorla teslim edilmiştir. Bu çeteler mültecileri sınırdaki evlerde ve çiftliklerde gözaltına tutmuş, kaderleriyle oynamış, mali açıdan şantaj yapmış ve içinde bulundukları kötü durumdan yararlanmak için savunmasız durumlarından yararlanmıştır ki bu durum, önceki rapor tarafından da doğrulanmıştır.
Öte yandan Suriye İnsan Hakları Ağı’nın 2023 raporu, Suriye’de insan hakları konusundaki durumunu doğru ve kapsamlı bir şekilde belgelemektedir. 181’i çocuk, 119’u kadın olmak üzere 1.032 sivil öldürülmüş, 195.000’e yakın kişi zorla yerinden edilmiştir.
Keyfi tutuklama vakalarının sayısı 129’u çocuk, 87’si kadın olmak üzere 2 bin 317’ye ulaşırken, 59 kişinin işkence sonucu öldürüldüğü belgelenmiştir. Hayati öneme sahip sivil merkezlere yönelik 206 saldırı olayı kaydedilmiş ve gerçekleştirilen 14 katliam belgelenmiştir. 2023 yılı, çok sayıda sivilin ölümüne ve yaralanmasına neden olan bir misket bombası saldırısına ve sekiz yangın bombası saldırısına şahitlik etmiştir.
Bu tehlikeyi göz ardı etmek, insan haklarını görmezden gelmek, bireyleri zulüm ve yaşam tehdidi riskine maruz bırakma konusunda ısrar etmek anlamına gelmektedir. Bu durum, Suriyelilerin korunması, güvenliğinin, onurlu bir şekilde ve güven içinde yaşama haklarının sağlanması için uluslararası toplumun rolünü gerekli kılmaktadır.
Lübnan’ın Suriyeli mültecilere karşı tutumuna yönelik resmi planı
Lübnanlıların Suriyeli mültecilere yönelik düşmanca açıklamaları ve tutumları, ülkede tartışma ve bölünmeyi artıran önemli bir konu haline gelmiştir. Lübnan Başbakanı Necib Mikati, Saraya’da çok sayıda bakan ve yetkilinin katılımıyla düzenlenen “Ulusal Sosyal Koruma Stratejisi Eylem Planının Uygulanmasının Takip Edilmesi Hususunda Bakanlar Kurulu” toplantısına başkanlık etmiştir.
Mikati, toplantının ardından yaptığı açıklamalarda, yerinden edilmiş Suriyeliler ve diğerleri konusunda eski ve yeni gerçekliğin çözümü için radikal tedbirlerin alınmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Sosyal İşler Bakanı Al-Hajjar, planın en fazla öne çıkan noktalarının, Lübnan’daki tüm Suriyelilere yönelik kimin yerinden edilmiş olarak kabul edildiğini ve kimin kabul edilmediğini belirlemek üzere kapsamlı bir anket yapılması gerekliliği olduğunu açıklamıştır.
Lübnan yasalarının Suriyelileri BMMYK’ye bağlamadan ve yerinden edilmiş kişilerin sahip olduğu haklardan mahrum bırakmadan uygulanmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Ayrıca plan, ülkeye yasa dışı yollardan giren veya Lübnan yasalarını ihlal ettiği değerlendirilen kişilerin sınır dışı edilmesinin yanı sıra, yerinden edilmemiş gruplar için oluşturulmuş çadırların ve toplanma alanlarının kaldırılmasını da içermektedir. Aynı şekilde uluslararası toplumun yardımıyla sınırlarda güvenliğin sağlanmasıyla üçüncü bir ülkeye yerleşmek veya Suriye hükûmetiyle koordineli olarak Suriye’ye dönmek gibi iki yoldan birine dayanmaktadır.
Mikati’nin planı, Lübnanlı yetkililerin devam eden baskı ve ayrımcılık politikaları ile Suriyeli mültecilere yönelik suçlama ve ötekileştirme eğilimlerini açıkça göstermektedir. Hükûmetin resmi söyleminde düşmanca açıklamaların ve ayrımcı tutumların artırıldığı, Suriyelilerle ilişkilerde uluslararası yasalara ve insani standartlara tam olarak uyulmadığı kendini göstermektedir.
Planın temelinin, Suriyelileri sınır dışı etmeye ve temel haklarından mahrum bırakmaya yönelik zorlayıcı önlemler de dahil olmak üzere, mültecilere yönelik kısıtlayıcı ve baskıcı tedbirlere dayandığı açıktır. Bu da insan haklarının, mültecilerin korunması ve insanlığının güvence altına alınması için uluslararası toplumun acil müdahalesini gerektirmektedir.
Güney Kıbrıs’a su yoluyla kaçış kapısı
Lübnan’da mahsur kalan Suriyeliler için ölüm tekneleri son seçenektir
Suriye’ye olası geri gönderilme tehdidi dalgasının ortasında, Lübnan’da mahsur kalan Suriyelilerin seçenekleri arasında, tutuklanma, işkence, kaybolma veya Kıbrıs adasına doğru giden ölüm teknelerine yönelmeyle birlikte rejim bölgelerine zorla geri gönderilmeye ilişkin korkunç senaryolar bulunmaktadır. Ölüm tekneleri seçeneğinin getirdiği zorluklar ve sorunlarla birlikte, bazı yolculuklar tüm ailenin boğulması sonucu ölümlerine yol açabilmektedir.
E.A., SACD’ın kendisi ile yapmış olduğu röportajda şunları vurgulamıştır:
Gönüllü geri dönüş denilen şeye mecbur kalırsak, Suriye’den başka bir ülkeye gitmek için her türlü yolu arayacağız. Şu anda Lübnan’da kalıp zorluklara katlanmak zorundayız ve eğer başka bir ülkeye gitme imkânımız olsaydı gittiğimiz yerde kesinlikle bir saat bile kalamazdık. Şu anda sabretmekten başka bir seçeneğimiz yok.
SACD’ın yayınlamış olduğu “Lübnan’dan “Gönüllü” Geri Dönüş Efsanesi” başlıklı rapora göre, ankete katılanların yaklaşık %30’u, yasal olarak veya yasa dışı yollardan Suriye’ye dönmeye zorlanmaları halinde başka ülkelere kaçmaya çalışacaklarını açıkça belirtmiştir. Yüzde 37’sinin ise belirli bir planı bulunmamaktadır. Mevcut durum aynı kararın daha geniş çapta alınabileceğini göstermektedir.
Bu sonuçlar, Avrupa’ya yönelik yeni zorunlu göç dalgalarına ilişkin potansiyel bir uyarıyı yansıtmaktadır. Suriyeli mültecilerin ölüm tekneleri, bulundukları yerde kalma ve Suriye rejiminin kontrolü altındaki bölgelere geri dönme arasında yaptığı seçim, üzerinde düşünülmesi ve dikkate alınması gereken bir insanlık trajedisini ortaya koymaktadır.
Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin göçmen akınına tepkisi
Güney Kıbrıs Rum Kesimi, kıyılarına ölüm tekneleriyle gelen göçmen akınının artışıyla başa çıkmak için bir dizi önleme başvurmuştur. Yetkili makamlar, topraklarına deniz yoluyla gelen göçmenlerin sayısındaki artıştan duydukları endişeyi dile getirmişlerdir. Güney Kıbrıs Yabancılar ve Göç Birimi’nin raporlarına göre, deniz yoluyla gelen düzensiz göçmenler çoğunlukla Lübnan’dan ya da balıkçı tekneleriyle Suriye’nin Tartus kentinden gelmektedirler.
Ancak AB’nin yasal kısıtlamaları nedeniyle Güney Kıbrıs Rum Kesimi bu konuyla ilgili olarak Suriyeli yetkililerle doğrudan iletişime geçememektedir. Bu durum ülkeyi, her gün gelen göçmenlerle baş etmek için komşu ülkeler ve Avrupa Birliği ile iş birliği yapmaya zorlamaktadır. Dolayısıyla Avrupa Birliği ile imzalanan anlaşmalara göre, mültecilerin Suriye kıyısındaki Tartus’dan geldiğinin anlaşılması halinde kabul edip iade etmemesi gerekmektedir.
Ayrıca Güney Kıbrıs Rum Kesimi Lübnanlı yetkililere, Lübnan’dan gelen yasa dışı göçmen akınıyla ilgili sorunlarla başa çıkmayı amaçlayan bir dizi önlem önermiştir. Kıbrıs’ın en büyük gazetesi “Phileleftheros”, Güney Kıbrıs Göç Bakanlığı’ndan Lübnanlı mevkidaşına, Lübnan’dan yasa dışı göçmen akışını azaltmak amacıyla iki ülke arasındaki güvenlik iş birliğini artırma girişimi ile ilgili resmi bir mektup gönderdiğini ortaya çıkarmıştır.
Bu kişilerin Lübnan’a geri gönderilmesi hayatları ve gelecekleri açısından büyük bir tehdit ve tehlike olarak görülmektedir. Lübnan hükûmeti tarafından Lübnan’da tutuklanabilirler veya ülkelerine erken dönmeye zorlanabilirler ki bu da Suriye rejim güçleri tarafından tutuklanmalarına yol açabilir.
Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Suriyeli mültecilerle ilgili son açıklamaları
Güney Kıbrıs Rum Kesimi İçişleri Bakanı Constantinos Ioannou, 2023 yılı sonunda Cenevre’deki Birleşmiş Milletler genel merkezinden çağrıda bulunmuştur. İkinci Küresel Mülteci Forumu, bazı Suriye şehirlerini, kendilerinden gelen mültecilerin geri dönüşü açısından “güvenli” olarak sınıflandırmak üzere durumu yeniden değerlendirmek amacıyla düzenlenmiştir. Güney Kıbrıslı Bakan, Avrupa Birliği Sığınma Ajansı’nın (EUAA) Şubat 2023’te yayınladığı bir rapora atıfta bulunmuş ve Suriye’deki iki şehrin (Şam ve Tartus) “sivillerin rastgele şiddetten kişisel olarak etkilenmesi konusunda gerçek bir risk taşımadığını” belirtmiştir.
Güney Kıbrıs Rum Kesimi Cumhurbaşkanı Nikos Christodoulides daha sonra Avrupa Birliği’ne Suriyeli mültecileri ülkelerine sınır dışı etme yasağını kaldırma ve göç konusunun, temel nedenleri dikkate alınarak, göçmenlerden etkilenen ülkelerle iş birliğini de içeren kapsamlı bir şekilde ele alınmasına ihtiyaç olduğu çağrısında bulunmuştur.
Güney Kıbrıs Rum Kesimi İçişleri Bakanı Constantinos Ioannou durumun giderek kötüleştiğine inanmakta ve denizde canını tehlikeye atan teknelerin ve göçmenlerin sayısında belirgin bir artışa işaret etmektedir ki Mart 2024’te çoğunluğu Suriyeli olmak üzere 600’den fazla kişi adaya gelmiştir.
Geçtiğimiz günlerde Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Suriye’deki durumu yeniden değerlendirmesiyle ilgili gelişmelerin beklendiğine ve deniz boyunca sığınma arayan Suriyelilerin kitleler halinde gelişine dikkat çekerek, Suriye’den gelen göçmenlerin yaptığı sığınma başvurularının değerlendirilmesinin askıya alındığını duyurmuştur. Bu duyuru, bölgedeki insani ve siyasi koşullar üzerindeki etkilerine ilişkin bir yığın soru işareti doğurmuştur.
Lübnan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Suriyeli mültecilere ilişkin açıklamalarına Avrupa ülkelerinin cevabı
Suriyedeki bölgelerin ve bunun insan haklarına yansımalarının yeniden değerlendirilmesi
Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin açıklamaları, geçen yıl Güney Kıbrıs’a 10.000’den fazla göçmenin geldiğinin kaydedilmesinin ardından, Avrupa Birliği’ne üye devletlerin, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin göçmenlerin geri dönüşünü sağlamak için Suriye içinde güvenli bölgeler belirleme önerisini desteklediğini göstermektedir.
Güney Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti ve Danimarka hükümetleri, veri toplamak, Suriye şehirlerini yeniden değerlendirmek ve bun şehirleri mültecilerin geri dönmesine uygun “güvenli alanlar” olarak sınıflandırmak üzere ortak bir heyet göndermek için çalışmaktadır. Bu karar, Güney Kıbrıs Rum Kesimi İçişleri Bakanı’nın, Suriye’deki durumu yeniden değerlendirme çabalarını koordine etmek amacıyla Avrupa Birliği ülkelerine yaptığı ziyaretler sırasında Çek ve Danimarkalı mevkidaşlarıyla yaptığı görüşmelerin ardından gelmiştir.
Bu bağlamda Almanya Dışişleri Bakanlığı, bakanlık tarafından yayınlanan ve Alman “Tagesschau” web sitesi tarafından paylaşılan gizli bir rapora göre Suriye’nin “güvensiz” olduğunu belirterek, Suriyeli mültecilerin sınır dışı edilmesine karşı uyarıda bulunmuştur. Bu uyarı, Suriye’nin güvenlik açısından hâlâ istikrarsız olduğunu ve mültecilerin geri dönüşü için güvenli koşullar sağlamadığını belirten çeşitli kaynaklardan gelen rapor ve bilgilerle doğrulanmıştır.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin 13 Şubat 2024’te yayımladığı “Ölümden değil, oradaki hayattan korkuyoruz” başlıklı rapor, Suriye’ye dönenlerin karşılaştığı, keyfi gözaltı, işkence, kötü muamele, toplumsal ayrımcılığa dayalı cinsel şiddet, zorla ortadan kaldırma ve adam kaçırma ile kendini gösteren ağır ihlalleri ve içler acısı insan hakları durumunu ortaya koymuştur.
Raporda, ekonomik sıkıntıların, kötü muamelenin, mültecilere karşı giderek artan düşmanca söylemin ve bazı ev sahibi ülkelerdeki toplu baskın ve tutuklamaların birçok kişiyi, Suriye’deki genel koşulların Suriyeli mültecilerin anayurtlarına güvenli, onurlu ve sürdürülebilir bir şekilde geri dönüşlerine uygun olmamasına ve görüşülen kişilerin çoğunun tekrar Suriye dışına kaçmaya karar verdiklerini bildirdiklerini vurgulamalarına rağmen erkenden Suriye’ye dönmeye zorladığı belirtilmiştir.
Önceki rapor, SACD’nin defalarca vurguladığı üzere, Suriyeli mültecilerin geri dönüşünün özenli, güvenli ve onurlu koşullarda gerçekleştirilmesi gerektiğini doğrulamıştır. Bu geri dönüş, Suriye’deki genel durumun kapsamlı bir değerlendirmesine, güvenli bir ortamın temel taşı olan kapsamlı bir siyasi çözüme ve yerinden edilmiş Suriyelilerin kendilerinin belirlediği koşullara dayanmalıdır. Derneğin yayınladığı son rapor olan “Onurlu Dönüş ve Siyasi Sürecin Ölümü” başlıklı raporda katılımcıların %65’i Suriye’ye dönüş için güvenli bir ortamın temel şart olduğunu belirtirken, Yüzde 61’i ise tutuklu ve zorla ortadan kaldırılan kişilerin durumlarının ortaya çıkarılmasının geri dönüşlerinin ön şartı olduğuna inanmaktadır.
Danimarka’nın Suriyeli mültecilerle ilgili daha önceki politikasından geri adım atması
Daha önce Danimarka’nın Suriyeli mültecilerin oturum iznini geri çekme ve Suriye şehirlerini “güvenli” olarak değerlendirme politikasında geri adım atması, Danimarka hükûmetinin düşünce ve kararlarında önemli bir gelişme olduğunu doğrulamıştır. Bu değişim, daha önceki kararların yanlış temellere dayandığının ve Suriyeli mültecilere haksız yere zarar verildiğinin kabulü anlamına gelmektedir. Suriye’de “güvenli” olarak sınıflandırılan bölgelerden gelen Suriyelilerin oturumlarının haksız yere iptal edilmesinin, bu mültecilere yönelik haksız ve adaletsiz bir karar olduğu açıktır.
Danimarka yetkililerinin Suriyeli mültecilerin oturum iznini iptal etmesi ve Suriye şehirlerini “güvenli” olarak sınıflandırması ve ardından geri adım atması, siyasi baskılar ile insan hakları ilkeleri arasında bir denge oluşturma konusunda zorlu bir deneyim örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Danimarkalı yetkililerin önceki kararlarından vazgeçmesi, Suriyeli mültecilerin kabul edildiği bölgelerdeki güvenlik koşullarının yetersiz olduğunu doğrulamaktadır.
Ancak, Danimarka’nın önceki konumundan vazgeçmesine rağmen, Güney Kıbrıs’ın taleplerini yinelemesi, mülteci hakları konusunda ulusal çıkarları uluslararası yükümlülüklerle uzlaştırma konusunda ne kadar istekli olduğu hakkında soru işaretleri oluşturmaktadır. Danimarka, mültecilere yönelik muamelesinde daha dengeli ve insan haklarına saygılı bir politika benimseyecek mi?
Bu soru, mülteci kriziyle nasıl başa çıkılacağı, mültecilere uluslararası insan hakları standartları ve uluslararası yasalar doğrultusunda koruma sağlanması konusundaki uluslararası tartışmaların merkezinde yer almaya devam etmektedir.
Uluslararası uyarılar ve açıklamalar Suriye’de güvenli bir ortamın olmadığını doğrulamaktadır
Güvenlik Konseyi’nin 25 Nisan 2024 tarihli Suriye brifinginde, Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen, siyasi süreci başlatmak ve mültecilerin güvenli, onurlu ve gönüllü geri dönüşleri için gerekli olan güvenli, sakin ve tarafsız ortamın yaratılması konusunda ilerleme sağlamanın önemini vurgulamıştır. Ayrıca bu sorunların çözümüne yönelik yapılan çalışmaların henüz gerekli değişikliklere yol açmadığına dikkat çekmiştir. Tam tersine tehlikelerle dolu yollarda hayatlarını tehlikeye atarak Suriye’den ve komşu ülkelerden ayrılmak isteyenlerin sayısı artmaktadır.
Pedersen ayrıca tarafların hem koruma sağlanması hem de geçimlerini sağlamaları açısından mültecilerin neye ihtiyaç duyduğuna odaklanması gerektiğine de dikkat çekmiştir. Suriyeli mültecilerin ülkelerine güvenli, onurlu ve gönüllü dönüşleri için gerekli koşulların yaratılmasına çalışılırken, bir yandan da nerede olurlarsa olsunlar himaye edilmeleri ve insan onuru konusunda desteklenmeleri gerekmektedir.
Fransa’nın Suriye Büyükelçisi Brigitte Curmi ise derginin internet sitesinde yayınladığı “Suriye’nin uluslararası gündemin dışına çıkmasını önlemek” başlıklı makalesinde, evlerini terk eden Suriyelilerin güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde geri dönüşleri imkansızlığının devam ettiğini, geri dönüş için uygun koşullar mevcut olmadığını ve Suriye rejiminin bu yönde herhangi bir çaba göstermediğini vurgulamıştır.
Fransa, Almanya, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri dışişleri bakanlıkları, Suriye intifadasının on üçüncü yıl dönümüne ilişkin hazırlanan ortak bildiride, mültecilerin uluslararası toplumun desteğiyle Suriye’ye güvenli, onurlu ve gönüllü olarak geri dönmeleri için gerekli koşulların henüz sağlanmadığını vurgulamışlardır.
Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Soruşturma Komisyonu Başkanı Paulo Pinheiro ise Mart 2024’te Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyinin elli beşinci oturumunda yaptığı açıklamada, Arap Birliğinin yaklaşık bir yıl önce tekrar birliğe almış olduğu Suriye’deki temel meseleler (güvenlik, mülteciler ve uyuşturucu) konusunda çok az ilerleme kaydedildiğini, aksine, Suriye’nin öncekinden daha güvenli olmadığını ve pek çok Suriyelinin hâlâ ülkelerine dönmek yerine ülkelerinden kaçtığını vurgulamıştır.
Sonuç
SACD olarak biz, Suriye’deki çatışmalara yönelik köklü çözümün, Suriye halkının taleplerini yerine getiren ve Suriyelilerin kendi belirlediği güvenli ortamın temellerini atacak olan kapsamlı bir siyasi çözümle mümkün olduğunu vurguluyoruz. Bu siyasi çözüm, ilgili tüm taraflar arasında kapsamlı, açık bir diyaloğu içermeli, etkili ve sürdürülebilir bir şekilde uygulanmasını sağlamak için uluslararası fikir birliği ile güçlendirilmelidir. Bu çözüm, Suriye halkının meşru talep ve umutlarını karşılamalı, insan hakları ve sosyal adalet ilkelerine dayanmalı, Suriye’de barış ve istikrarı sağlamayı amaçlamalıdır.
SACD, Suriye’de sürdürülebilir barışı sağlayacak siyasi çözümün, yerinden edilmiş Suriyelilerin, güvenli, gönüllü ve onurlu geri dönüşleri için uygun koşulları sağlayan güvenli bir ortamın sağlanmasından sonra daha önce yaşadıkları yerlere geri dönmelerini mümkün kılan bir çözüm olması gerektiğini vurgulamaktadır.
Bu nedenle uluslararası topluma, Suriye’deki siyasi süreci desteklemek ve ilgili tüm taraflar arasında fikir birliğini sağlamak için daha fazla çaba sarf etmesi çağrısında bulunuyoruz. Ayrıca, ev sahibi ülkelerdeki Suriyeli mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli ilginin gösterilmesini ve kaynakların yönlendirilmesini, Suriye’de ve yurt dışında zarar görmüş mültecilere gerekli yardımların sağlanması için insani yardım kuruluşlarına gerekli desteğin sağlanmasını da talep ediyoruz.