Mayısın 23′ ünde Uluslararası Af Örgütü, Lübnan’da terörle bağlantılı suçlamalarla keyfi olarak gözaltına alınan ve işkence gören Suriyeli mülteci vakalarını belgeleyen bir rapor yayınladı. Bu rapor, özellikle Lübnan’daki Suriyeli mültecilerin durumunun, Covid-19 salgını nedeniyle zaten kötüleşen ve Beyrut patlamasından sonra daha da kötüleştiği çok önemli bir zamanda ortaya çıktı.
Lübnan, birçoğu gayri resmi kamp yerleşimlerinde yaşayan ve birçoğu ülkede yasal belgeye sahip olmayan bir milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. Son zamanlarda, Suriyeli tutukluların Suriye’ye iade edilmesi çağrısında bulunan Başbakan Yardımcısı Zeina Awkar gibi özellikle Lübnanlı yetkililerden Suriyelilere karşı artan ayrımcı söylemler mevcut. Lübnanlı kayyum Başbakanı Hassan Diab’ın, “14 Temmuz 2020’de kabul edilen Lübnan hükümetinin yerinden edilmiş Suriyelilerin kademeli dönüşü planının Uluslararası Camianın yardımıyla hedefine ulaşmasına izin verilmelidir.” ifadelerini kullandığımülteci dönüş planından bahsetmiyoruz bile.
Bu tür açıklamalar yalnızca Suriye’deki yerinden edilmenin ana itici gücü olan Suriye rejimine hizmet eder ve rejim iktidardayken güvenli bir geri dönüş asla gerçekleşemez. Suriyeli mültecileri insanlıktan çıkarmaya ve siyasi çözümden geri dönüşlerini izole etmeye yönelik bu tür girişimler, Rusya’nın Şam’da düzenlediği, rejimin yanıltıcı anlatısına hizmet etmeyi amaçlayan ve mülteciler için olgunlaşmamış ve güvenli olmayan bir geri dönüş çağrısında bulunan sözde geri dönüş konferansı gibi bazı umutsuz girişimlere benziyor.
Üstelik mültecilere yönelik bu ayrımcı söylem, Lübnan’ın içinde bulunduğu ve giderek artan zorlu ekonomik koşullar göz önüne alındığında, mülteciler ve ev sahibi topluluk arasındaki gerilimi artırdığı için endişe verici. Örneğin kuzey Lübnan’daki el Minyeh Mülteci Kampı’nın yakılması, kamplara sık sık yapılan askeri baskınlar ve bazı belediyeler tarafından mültecilere dayatılan hareket kısıtlamaları bunların bazıları. Bu, yalnızca Lübnan’daki korumasız Suriyeliler için Suriye’ye geri gönderilme korkusuyla yaşama tehdidi oluşturmakla kalmamakta; ayrıca, iç barışı ve uyumu tehdit etmekte ve Lübnanlı ev sahibi topluluk ile Suriyeliler arasındaki gerilimi de arttırmaktadır.
Bu nedenle SACD’ın halkla ilişkiler başkanı Haya Atassi, Uluslararası Af Örgütü’nde mülteci ve göçmen sorunları konusunda Araştırmacı ve Danışman olan Marie Forestier ile terörle mücadele suçlamalarıyla Lübnan’daki Suriyeli mültecilerin keyfi olarak gözaltına alınması ve işkence görmesine ilişkin rapor hakkında bir görüşme yaptı. Görüşmenin odağı, Lübnan devletinin Suriyeli mültecilerin keyfi olarak tutuklanmaktan, işkence görmekten ve terörizm bahanesiyle haksız yere suçlanmaktan korumak üzerine olan sorumluluğu hakkındaydı. Görüşmede ayrıca uluslararası camianın, işkence, mülteci koruma ve geri göndermeme ilkesine ilişkin uluslararası anlaşmalar doğrultusunda Lübnan’daki Suriyeli mültecileri korumak için ahlaki ve insani bir sorumluluğu olduğuna da değinildi.
Uluslararası Af Örgütü’nün yürüttüğü araştırma, Lübnan’da yaşayan ve keyfi olarak tutuklanan ve terörle bağlantılı suçlarla suçlanan Suriyeli mültecilere odaklandı. 2012’den beri yüzlerce mültecinin tutuklandığını, sorgulama sırasında gözaltına alındığını ve işkence gördüğünü tespit etti. İşkence altında alınan itiraflara ve çok az kanıta dayanan davalarda hapis cezalarına mahkum oldular. Rapora göre, Uluslararası Af Örgütü bu yaklaşımın 2012’den beri binlerce mülteciyi etkileyen daha geniş bir yaklaşımı yansıttığına inanıyor.
- Lübnan, ICCPR (Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme) gibi tutuklulara işkence ve kötü muameleyi yasaklayan birçok uluslararası anlaşmaya ve Arap İnsan Hakları Sözleşmesine taraf olmasına rağmen; raporunuz, Suriyelilerin keyfi olarak gözaltına alındığını, yeterli delil olmaksızın terörizm suçlamasıyla suçlandığını, tacize uğradığını, işkenceye uğradığını ve yalan beyanda bulunmaları için şantaj yapıldığını, askeri mahkemelerde yargılandığını, siyasi görüşleri -özellikle Esad rejimine muhalif olmaları- sebebiyle dövüldüklerini açıkça ortaya koydu. Artık bu rapor yayınlandı ve tüm dünya durumdan haberdar olduğuna göre, bu mültecilerin temel insan haklarını korumak için devreye alınması gereken mekanizmalar nelerdir? Atılan somut adımlar var mı? Lübnan hükümetinin ve uluslararası toplumun tepkisi ne oldu?
Lübnanlı yetkililerin yapması gereken ilk şey, işkence, kötü muamele ve keyfi gözaltı iddiaları hakkında soruşturma açmak. Lübnan savcısının geçen hafta kamu soruşturması açılacağını duyurması olumlu bir gelişme ancak Uluslararası Af Örgütü’nün istediği, bu soruşturmaların askeri değil sivil yetkililer tarafından yapılmasıdır; çünkü failler soruşturmayı yürütemez ve bu muameleye maruz kalan Suriyelilerin bundan sorumlu kişilerin huzuruna gelip ifade vermeleri de düşünülemez. Dolayısıyla soruşturma ilk adım ve bu siviller tarafından yürütülen bir soruşturma olmalıdır. Soruşturmanın gerekliliği, soruşturma olmadan hesap verme sorumluluğu olmamasından ve hesap verme sorumluluğu olmadan bu eylemlerin doğal olarak tekrarlanmasından kaynaklanmaktadır.
İkincisi Lübnan, hak ve özgürlüklere saygı duymayı ve işkence kullanmamayı zorunlu kılan çeşitli sözleşmelere taraftır. Bu nedenle Lübnan, üzerinde anlaşmaya varılan yasal çerçeveyi kullanmalı ve uygulamalıdır. Örneğin 2017 yılında Lübnan hükümeti İşkenceyi Önleme Yasasını çıkardı yani bu yasa var ama burada mesele onu uygulamak. Lübnan İşkenceyi Önleme Sözleşmesinin bir parçası olduğu ve cezaevlerinin durumunu izlemek ve cezaevlerini denetlemekle sorumlu komiteler oluşturduğu için, tüm aşamaları izleyebilmeleri için bu komitelere tüm yetkiler verilmelidir. Tutuklamaların ilki sadece Lübnan’daki büyük hapishanelerde değil Askeri İstihbarat’ta da gerçekleşti.
- Raporunuz, Lübnan güvenlik güçlerinin uluslararası insan hakları hukukunu ve mültecileri koruyan diğer yasaları, yani işkence yasasını ihlal ettiğini belgeledi. Ancak Suriyeli tutuklulara yönelik bu kötü muamelenin sistemli olup olmadığı ve Suriye’de tanık olduğumuz gibi bir emir-komuta zincirine bağlı olup olmadığı belirtilmedi. Bu failleri bu ihlallerden kim sorumlu tutacak? Bu işkence eylemleri sadece terör suçlamasıyla suçlananları mı hedef aldı?
Öncelikle terör suçlamasıyla itham edilen Suriyeli tutukluları belgelemeye odaklandım ve tutukluluğu başka nedenlere dayalı olarak belgelemedim, bu yüzden başka davalarda işkence olduğunu söyleyemem. Söyleyebileceğim şu ki belgelediğim yirmi altı vakada olduğu gibi, terör ilgili suçlamalarla tutuklanan kişilere uygulanan sistematik bir eylemdi, sadece bir kişi işkence veya kötü muameleye maruz kalmamıştı çünkü o oldukça özel bir durumdu.
Mültecilere bu şekilde muamele etmek için bir dizi emir olduğu gerçeğiyle ilgili olaraksa, bunu kabul edecek bilgiye sahip olmadığım için bunu teyit etmem zor ancak şunu söyleyebilirim ki bu durum, tutuklular yargı önüne çıkarılmadan önce tek bir merkezde değil, insanların tutulduğu tüm merkezlerde yaşandı. Diğer bir konu ise bu, 2014’ten 2019’a kadar tutuklanan röportaj yaptığım tüm insanların başına tekrar tekrar aynı şeyler geldi, yani 5 yıl boyunca biri hariç hepsi tekrar aynı şeyleri yaşadı ve bu durum da işkence kullanımının sistematik olduğunu gösteriyor. Bu belge aynı zamanda Uluslararası Af Örgütü’nün görüşlerine dayanıyordu ve bu görüşler, Lübnan vatandaşlarına, gazetecilere ve protestolara katılan vatandaşlara işkence yapıldığını belgeledi. Dolayısıyla bu işkence ve kötü muamele, tutuklama sürecinde kullanılan bir yöntemdir.
Tutuklananlara gelince, elbette, cezalarını cezaevinde çeken ve daha sonra Suriye’ye gitmeleri gerektiği konusunda bilgilendirilen Suriyeli erkeklerin birkaç vakasını belgeledim. Şüphesiz bu durum yasa dışı ve uluslararası hukuka aykırıdır. Suç işlemiş olup olmamasına bakılmaksızın hiç kimse insan istismarına maruz kalma riski bulunan bir yere sınır dışı edilmemelidir, yani hapiste yatmış olan veya hapis cezası verilmiş bir adamın bile bu sebeple sınır dışı edilmesi kanunsuzdur.
Bu bir konuydu ve sizin de dediğiniz ve bildiğimiz gibi Suriyelileri Suriye’ye göndermenin riski çok yüksek. Bu nedenle, bu yapılanların hepsi Lübnan devleti tarafından işlenen büyük insan hakları ihlalleridir.
Uluslararası Af Örgütü, Suriye’de güvenli, gönüllü ve onurlu geri dönüş koşullarının henüz sağlanmadığına inanıyor. Suriye hükümeti, Suriye’deki diğer silahlı grupların yanı sıra uluslararası insani hukuku büyük ölçüde ihlal etti, dolayısıyla Suriyelilerin şu anda Suriye’ye dönmesi için şartlar yeterince güvenli değil.
- Raporunuzdaki tavsiyelerden biri “Uluslararası bağışçılar keyfi olarak gözaltına alınan tüm Suriyelilerin derhal serbest bırakılması için çağrıda bulunmalıdır” şeklindeydi. 18 Ocak tarihinde, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Çalışma Grubu’nun periyodik incelemesi Lübnan’ın mültecilerin temel insan haklarına saygı göstermede başarısız olduğu iddia edilen insan hakları raporunu tartışmak için Lübnan’da bir oturum düzenledi. Uluslararası bağışçıların mülteci hakları için yardımlarını Lübnan’a yönlendirmesi gerektiğini düşünüyor musunuz?
Uluslararası Af Örgütü gibi biz de yardımın insan haklarına saygı gösterecek şekilde koşullandırılmasını talep etmiyoruz, ancak destekçileri ve yabancı ülkeleri Lübnan’ı ve ev sahibi ülkeleri mültecilerin haklarına saygı duymaya ve yükümlülüklerini yerine getirmeye zorlamaya çağrıda bulunuyoruz. Bu çağrıyı Beşinci Brüksel Konferansı’nda tekrarladık, ancak yine de Avrupa hükümetlerinin ve bağışçı ülkelerin, mültecilere bakmak ve onların istikrarını artırmak için çalışmak ve en fazla sayıda Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan komşu ülkeleri desteklemeye devam etmekle ilgili sorumlulukları paylaştığına inanıyoruz.
- Mayıs 2015’te BMMYK, Lübnan’daki mültecileri kayıt altına almayı durdurdu. Uluslararası camiayı dolaylı bir suç ortağı olarak görüyor musunuz? Mülteci koruması ve geri göndermeme ilkesi ne olacak? BM’ye kayıtlı olmayan birçok yerinden edilmiş Suriyeli Lübnan’da yaşıyor, bu onların korunmaya hakları olmadığı anlamına mı geliyor? Bu ikilem nasıl çözülebilir?
2015’te söylediğiniz gibi, Lübnan hükümetinin talebi üzerine BMMYK, Lübnan’a gelen çok fazla mülteciyi kayıt altına almayı durdurdu. Öncelikle koruma, bu mültecinin Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne kayıtlı olup olmaması veya bu mültecinin statüsü ile ilgili değildir. Bahsettiğim gibi, hükümetler, özellikle Lübnan dahil olmak üzere mültecilere ev sahipliği yapan ülkeler, mültecilere ve ülkelerinde ikamet eden insanlara karışı onların insan haklarını koruma ve sağlama yükümlülüğüne sahiptir. Bu nedenle Birleşmiş Milletler ve Yüksek Komiserliğe kayıtlı olsun ya da olmasın, resmi olarak mülteci statüsünde olsun ya da olmasın, sahip oldukları kart ne olursa olsun haklarına saygı gösterilmeli ve uygun koşullarda yaşayabilmelidirler ve bu en önemli konudur.
Ayrıca Lübnan’da yaşayan Suriyelilerin çoğunluğunun yasal oturma izninin olmadığı, yani yasal statülerinin olmadığı doğrudur ve bu onlar için tehlike arz etmektedir. Lübnan’da yaşayan Suriyelilerin en büyük korkusu, resmi bir kimlik göstermeleri istendiğinde kontrol noktalarında tutuklanmaktır ve bu durum onlar için bir tehlike oluşturuyor. Onları korumanın ve varlıklarını yasal kılan şeyleri sağlamanın Mülteciler Yüksek Komiserliği, Lübnan hükümeti, bağış yapan ülkeler ve Avrupa ülkeleri arasında paylaşılan bir sorumluluk olduğuna inanıyorum.
- 19 Kasım 2020’de Avrupa Adalet Divanı (ECJ), Suriye’de askerlik yapmayı reddetmenin mülteci olarak tanınma hakkı verdiğine karar verdi. Bu karar, Suriye rejimi altında askerlik yapmayı reddedenlerin rejime muhalif olarak algılanabilecekleri ve bu nedenle geri döndüklerinde zulümle karşılaşabilecekleri korkusu esasına göre alınmıştır. Raporunuzda Suriyeli tutukluların Suriye’ye sınır dışı edilip Suriye rejim güçlerine teslim edildiğine değinmişsiniz ve bu insanların akıbetinin ne olacağını hepimiz biliyoruz. Burada buna rağmen uluslararası insan hakları kanunu uyarınca geri göndermeme ilkesi, hiç kimsenin işkence, zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza ve diğer onarılamaz zararlarla karşı karşıya kalacağı bir ülkeye geri gönderilmemesini garanti ettiğini görebiliriz. Suriyelileri hayati tehlike arz eden bu tehlikeden koruma yetkisi ve direktifi kimde?
Bunun bir ortak sorumluluk olduğunu bir kez daha görüyorum, her şeyden önce hiçbir mülteciyi sınır dışı etmemek veya Suriye’ye geri dönmeye zorlamamak Lübnan hükümetinin görevidir çünkü kesinlikle insan haklarına yönelik gerçek tehditlere maruz kalacaklardır, bu da şüphesiz uluslararası hukuku ihlal ediyor bu yüzden Lübnan hükümeti bunu asla yapmamalıdır. Burada, Lübnan hükümetinin şu anda bir dizi zorlukla karşı karşıya olduğunu ve bir buçuk milyon kişiye daha ev sahipliği yapmanın halihazırda var olan zorluklara ek bir meydan okuma oluşturduğunu kabul etmeliyiz ve işte uluslararası camianın da sorumluluklarını üstlenmesi gereken yer burası. Avrupa ülkeleri Lübnan’a ve Suriye’nin komşu ülkelerine daha iyi destek sağlamalı, böylece mülteciler için daha iyi koşullar sağlayabilirler. Mülteciler kendilerini Suriye’ye dönmekten başka seçeneklerinin olmadığı bir durumda hissetmemelidir.
Röportajın tamamını buradan izleyebilirsin: