Sohaib Bouşi, Nader Abosaleh

Suriyeliler Mart ayında oldukça karışık duygulara sahip. 8 Mart 1963’te Suriye ordusu, Baas Partisinin siyasi himayesinde iktidarı ele geçirerek ülkedeki demokratik işleyişe son verirken, 15 Mart 2011’de ise Arap Baharıyla cesaret bulan halkın, özgürlük ve demokrasi naralarıyla ayaklanmasına şahitlik ediyordu. Bu ayaklanma en sonunda rejimin acımasız ve haksız baskısına yanıt olarak silahlı bir çatışmaya dönüştü. Bu çatışma ve sonrasındaki yaşananlar, Suriye halkının yarısından fazlasının binlerce siville birlikte yerinden edilmesine ve binlerce tutuklunun ölümüne yol açtı.

Uluslararası toplumun, Birleşmiş Milletler’in İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın en büyük insani felaketi olarak nitelendirdiği Suriye trajedisine son verecek bir çözüme ulaşamaması sebebiyle, bazı gözlemciler, küresel siyasette aktif olan büyük ülkelerin gerçek bir çözüm bulmak için uluslararası çözümlere yeterince ilgi göstermediğini düşünüyor. Dahası, sığınma dalgaları devam etti ve sığınmadan etkilenen ülkeler, uluslararası hukuka ve mültecilerin haklarına ve insan haklarına saygı duyulmasına ilişkin 1951 Sözleşmesine tam bağlılığa farklı seviyelerde uydular. Fakat yazık ki Suriyelilere yönelik adaletsizlik ve zulüm, Suriyelilerin nereye giderse gitsin çekeceği bir sendroma dönüşmüşcesine Suriyeli mültecilere yönelik bariz sistematik şiddet ve kışkırtma vakaları oldu ve olmaya da devam ediyor.

Çok sayıda yerinden edilmiş Suriyeliye ev sahipliği yapan bazı komşu ülkelerde, mülteci hakları ihlalleri daha da belirgindi. 3 Mart 2021’de Uluslararası Af Örgütü, “Lübnan: Terörle Mücadele Suçlamalarıyla Keyfi Gözaltılarda Suriyeli Mültecilere İşkence Uygulanması” başlıklı bir rapor yayınladı. Bu raporda, Af Örgütü, ordu istihbaratı veya Beyrut’taki Genel Güvenlik Ofisi veya Savunma Bakanlığı tarafından temsil edilen Lübnan makamlarının siyasi nedenlerle Suriyelilere karşı uyguladıkları sistematik ihlaller belgelendi. Herhangi bir yasal belge ya da mahkeme kararı olmaksızın tutuklamalardan sonra, ifade alanlar tutukluya Beşar Esad’ı destekleyip desteklemediğini soruyor, olumsuz cevap aldıklarında ise onu dövüyor ve işkence ediyorlardı. Uluslararası Af Örgütü, 2014-2021 yılları arasında terörle bağlantılı suçlamalarla dört çocuğun gözaltına alındığını ve on altı yaşından büyük olmayanların işkence gördüğünü doğruladı. İfadeyi alan kişilerin ağzından çıkan ırkçı ve ahlaksız sözler, Suriyelilere karşı duydukları nefret ve ırkçılık boyutunun bir göstergesidir. Gözaltına alınanlardan birinin beyanına göre, ifade alan kişilerden biri, “dünyaya daha fazla çocuk getirip toplumu kirletmemeniz için sizi dövüyorum” diyordu.

Ayrıca kadınlara yönelik cinsel taciz, sistematik bir hal almış gibi görünüyordu. Aslında Lübnan güvenlik yetkililerinin mültecilere yönelik tüm ihlalleri, Lübnan’ın işkenceyle mücadele yasasına ve devletlerin herhangi bir kişiyi fiziksel olarak büyük insan hakları ihlalleri riskiyle karşı karşıya kalacağı bir yere iade etmesini yasaklayan uluslararası hukuk kapsamındaki geri göndermeme ilkesine aykırıdır. Yine de Lübnanlı yetkililerin bazı tutukluları Suriye rejim güçlerine teslim ederek Suriye’ye iade ettiği belgelendi.

Bazı Lübnanlı görevlilerin, Lübnan’a yasa dışı yollardan girdikleri için aleni bir şekilde azarlayan sorumsuz açıklamalar yaparak Suriyelilere karşı kışkırtmalarda bulunmalarına paralel olarak; aynı ay içerisinde Lübnanlı yetkililer, reşit olmayanlar da dahil olmak üzere çok sayıda Suriyeliyi keyfi olarak gözaltına almaya devam etti. Lübnan’da Suriyelilerin yaşadığı kötü koşullar, resmi düzeyde sorumsuz kışkırtmalar, yetersiz hizmetler, Suriyelilerin tıbbi bakıma erişimindeki adaletsizlikler, Lübnan’ın genel güvenliğinden sürekli korku duyulması ve kötüleşen ekonomik ve siyasi koşulların tümü, hamile bir anne ve iki çocuğundan oluşan bir aileyi, Lübnan’da yaşadıkları sıkıntılardan kaçıp Suriye’deki akrabalarına ulaşmak için Lübnan’dan Suriye’ye kaçakçılık yolları aramak zorunda bıraktı. Fakat tüm kaçakçılık yolları üzerinde kontrol sahibi olan Hizbullah üyelerinin büyük miktarda para karşılığında bu yollar üzerinde insan ve malzeme kaçakçılığı yapmaları nedeniyle, aile, onları Humus’a götürmek için kaçakçılardan birine güvenmek zorunda kaldı ve kötü yol ile yoğun kar yağışı nedeniyle hamile anne ve çocukları donarak öldü! Kimse onları tanımıyordu ve kimse ne iniltilerini duydu ne de acılarını gördü.

Zulüm ve eziyet cehenneminden kaçan Suriyeliler için sığınak haline gelen ve sığınmacıların güvenli bir yer ve uluslararası insan hakları standartlarına uygun bir muamele görmeyi umdukları Avrupa kıtasında ise Hırvat televizyonu, saklandıkları kamyonun devrilmesi sonucu dört Suriyeli göçmenin öldüğünü ve diğerlerinin de yaralandığını bildirdi. Sabah gazetesi ise Türk polisinin, Bulgaristan tarafında dövüldükleri ve geri gönderildiklerini söyleyen 23 sığınmacıyı kurtardığını bildirdi. Gazeteye göre, çoğunluğu Suriyeli ve Iraklı olan göçmenler Türkiye’den Bulgaristan’a geçtiklerinde, Bulgar güvenlik güçleri onları darp edip hakaretler ederek yakaladı ve değerli eşyalarını çaldıktan sonra sınırın Türk tarafına geri gönderdi.

Danimarka da gerçeğe veya herhangi bir kanuna dayanmayan şok edici bir karar yayınlayarak, Suriye’nin başkenti Şam ve çevresini güvenli alanlar olarak gördüğünü ve bu sebeple 100’e yakın Suriyeli mülteciyi sınır dışı etme niyetinde olduğunu dile getirdi. Danimarka hükümeti bu karara dayanarak, ülkelerine dönüş hazırlığı yapmak için 94 Suriyeli mültecinin oturma izinlerini geri çekti. Bu karar, ülkelerin herhangi bir kişiyi fiziksel olarak ciddi insan hakları ihlalleri riski altında olacağı bir yere iade etmelerini yasaklayan uluslararası hukuk kapsamındaki geri göndermeme ilkesini açıkça ihlal ederek, yetkililerin bölgelerin güvenli ve yaşanabilir olduğunu açıklamalarından sonra geldi. Uluslararası Af Örgütü bu davranışı “Danimarka’nın sığınma sağlama görevini yeri getirmeyi düşüncesizce ihlal etmesi” olarak değerlendirdi.

Suriyelilerin güvenli bir ülkeye ulaşmak için Suriye’den kaçmaya devam ettiği ve kendilerini çeşitli tehlikelere ve tutuklamalara maruz bıraktığına dair sık sık ve art arda gelen haberler, uluslararası toplumun Suriyelilerin ülkelerinden yerlerinden edilmelerine ve geçimlerini sağlayacakları ülkelerde yaşam çabalarına sebep olan gerekçeleri ortadan kaldıramadığının kanıtıdır. Suriye krizini tüm güvenlik, askeri, siyasi ve insani yönleriyle ele alınmasındaki bu uluslararası başarısızlık, rejimi ilerlemeye ve suç politikalarını sürdürmeye teşvik etti. Suriye rejimi ve müttefikleri tarafından yürütülen zorla yerinden edilme süreci, uluslararası toplum için herhangi bir önem verilmediği için halen tüm hızıyla devam etmektedir. Beşar Esad’a göre nihai hedef, demografik değişime ve asıl nüfusun zorla yerinden edilmesine tanık olunan Esad yönetimi altındaki bölgelerdeki gibi “homojen” topluma ulaşmaktır. Rejimin gözaltı, yıldırma ve zorla kaybetme politikası devam ediyor. Suriye İnsan Hakları Ağı, Mart 2021’de Suriye rejiminin 2’si çocuk 9’u kadın 143 kişiyi tutukladığını belgeledi.

Bu tüm ortak sebepler, Suriye’de tam otoriteye sahip bir geçiş yönetim organının oluşturulmasıyla başlayan acıları sona erdirmek için, Suriyelilerde doğru temellere dayalı bir çözüme yönelik bir organ oluşturulması gerekliliği konusunda görüş oluşturmuştur. Bu organ, uluslararası kuruluşlarla işbirliği içinde ve Suriye’de etkili olan ve kendilerini Suriyelilerin yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşleri için uygun koşulların yaratılması, özellikle de güvenli bir ortamın sağlanması (elbette Suriyelilerin güvenli ortam anlayışıyla tutarlı bir şekilde) yönündeki taleplerini destekleyici olarak gören ülkelerin desteğiyle çalışmalıdır. Bu da ordunun ve güvenlik hizmetlerinin yeniden yapılandırılması, tutukluların serbest bırakılması, aflar, geçiş dönemi adaleti önlemleri ve mültecilerin geri dönüşü için uygun koşulların yaratılması ve Suriye’nin yeniden inşasının başlatılması için gereken her şeyi kapsamaktadır.

Uluslararası toplumun Suriye’de çözümü uygulamaya başlamak için uygun koşulları yaratmada gecikmesi ve Suriyeliler gerçeğine radikal çözümler getirmeyen alt bağlamlardaki siyasi yolun amacından sapması, Suriyelilerin çoğunda uluslararası toplumun çalışmalarına ve düzenlediği konferanslara duyulan güvensizliği pekiştirdi. Suriye halkı, mevcut çabaların yalnızca Suriye’deki krizi yönetmek,  bunun dış etkilerini azaltmak ve Suriye krizini kökünden çözmeye çalışmadan, Suriyelilerin içinde bulunduğu ağır sıkıntıları bir nebze hafifletmek için çalışmaya odaklandığına ikna olmuş durumda. 30-29 Mart 2021’de düzenlenen Brüksel konferansından da durum farklı değildi.

Bu tür konferanslarda Suriyeliler arasındaki bu yaygın güvensizlik duygusu, yalnızca Vatandaşlık Onuru ve Hakları Derneği veya diğer Suriyeli örgütler ve rakamlar tarafından böyle algılanmakla kalmıyor, aynı zamanda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Sayın Guterres’in Brüksel konferansında yaptığı konuşmada da teyit ediliyor: “Birçok Suriyeli on yıllık bir savaşın ardından, çatışmadan çıkış için üzerinde anlaşmaya varılmış bir yol formüle etmek için uluslararası toplumun yardımcı olabileceğine dair güvenini kaybetti.”

Suriye örgütlerini, politikacıları ve kamuoyunu en çok şaşırtan şey ise Suriye’deki duruma üzüldüğünü söyleyen Esad rejimi müttefiklerinin (Rusya, Çin ve İran) özellikle de Rusya Dışişleri Bakanı’nın Suriye hükümetinin çökmek üzere olduğu uyarısından bulunarak takındığı tutumları oldu.

Avrupa ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri ve Körfez ülkelerinden Suriye’nin yeniden inşası için yardım dilenmek ve mültecilere geri dönmeleri için baskı yapma talepleri yerine, bu müttefikler neden Suriye’yi ya da en azından savaş uçaklarının hastaneler, okullar ve fırınlar da dahil olmak üzere tahrip ettiği yerlerin bir kısmını yeniden inşa etmiyorlar da Suriye’deki askeri üslerini genişletiyorlardı? Ya da neden mültecilerin güvenini kazanmak ve onları geri dönmeye teşvik etmek için gerçek adımlar atması için müttefikleri Esad’a baskı yapmıyorlar? Rusya ve Çin’in Brüksel konferansındaki bağışlara katkıda bulunmadığına değinmiyoruz bile. Tüm bunlar, rejimin ve onu destekleyen ülkelerin Suriye’de çözüm arayışlarında ciddi olmadıklarını kanıtlıyor. Temel amaçlar rejime tekrar güç kazandırmak ve on yıldır Suriye halkına karşı yaptığı ciddi ihlallerin ardından uluslararası alanda yeniden meşruiyet sağlamaya çalışmaktır.

Öte yandan, Avrupa ülkelerinden Suriye rejimine ve müttefiklerine yönelik daha sert bir politika işaretlerinin olması ve bunların Suriye’deki çözüm önlemlerini kabul etmeye zorlaması, Suriyelileri cesaretlendiriyor. Ülkeler, yeniden inşası veya yaptırımların hafifletilmesine yönelik yapacakları yardımlar için, rejime pratikte uygulanan ve reform niteliğinde adım atılması şartı getirmeye başladılar.

Avrupa Birliği Dışişleri Bakanı Federica Mogherini, Brüksel konferansında sadece bir bağış havuzu oluşturulmaması gerektiğini belirterek, Cenevre’de Birleşmiş Milletler himayesinde inandırıcı bir barış süreci başlamadıkça, Avrupa Birliği tarafından ülkenin yeniden inşası için sağlanan fonların dağıtılmayacağı konusunda da uyarıda bulundu.

Belçika Dışişleri Bakanı Didier Reynders de “Suriye rejimi Cenevre’deki müzakere masasına oturmalı” diyerek buna destek verdi. Belçika, Fransa, Almanya, Birleşik Krallık, İsveç, Hollanda ve Danimarka da Suriye’de işlenen suçlardan kaçmayla mücadele etmek için bir şart daha ekledi.

Ancak Batılı ülkelerin politikasındaki bu ilerleme, Suriye’de çözüm amacıyla pratik önlemlere başlamak için gerçek bir motivasyon oluşturmakta hala yeterli değil. Ülkelerin bu tutumları, Suriye’deki çözüm için net bir plan ve bu çözümü uygulamanın pratik yolları olmayan genel görüşlerden ibaret. Bu uluslararası çabalar, en azından insani bir amacı elde etmekte ve genel olarak Suriyelilerin acılarını hafifletmekte başarısız oldu. Brüksel konferansı, yardım çalışmalarının devamı için Birleşmiş Milletler’nin tahminde bulunduğu miktarın yarısını bile toplayamadı, bu da BM yetkililerini birçok destek programının askıya alınması konusunda uyarıda bulunmaya sevk etti.

Dolayısıyla bu aşamada Suriyelilerin ülkelerinin geleceğini belirlemede hala temel bir role sahip olduklarının; şu anda Suriye’deki en büyük demografik ve toplumsal blok konuma sahip olduklarının ve savunuculuk çalışmaları ile organize siyasi baskı yoluyla ülkelerin politikalarını ve siyasi çözüm algılarını etkileyebildiklerinin farkına varmaları gerekir.

Suriyelilerin insana yakışır bir yaşam hakkını savunmaktan, bu hakka sahip çıkmaktan ve uygun koşullar sağlanmadıkça Suriye’ye her türlü dönüşü reddetmekten başka seçeneği yoktur. Bu koşullar, onların tanımlarına göre, yaşamları için tehlikeye maruz kalmamalarını, haklarını ve mallarını geri kazanabilmelerini, geri dönmeye yönelik tüm girişimlere direnmelerini, seslerini yükseltmeleri ve mültecileri koruyan yerel yasalar, uluslararası anlaşmalar ve kanunlarla güvence altına alınan tüm önlemleri sağlayan güvenli bir ortamdır.

Kapak fotoğrafı: Bir Bulgar sınır polisi, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki sınırda Elhovo kasabası yakınlarında bir grup Suriyeli mülteciyi koruyor, 11 Ekim 2013 © (resim ittifakı / dpa – Vassil Donev)