Refik Hodzic ve Usame Şeyh Ali tarafından yazılmıştır. 

 

Bir yıl önce, Şubat 2023’te, Kuzey Batı Suriye ve Güney Türkiye’yi vuran yıkıcı depremin ardından, dünya Suriye diplomasisinin temelini sarsan bir jeopolitik sarsıntıya tanık oldu: bölgesel güçlerin ve bazı Batı devletlerinin aniden Beşar Esad rejimiyle ilişkileri normalleştirmeye yönelik bir hamlesi. Bu adım, görünüşte pragmatik olsa da, Suriye halkını veya Suriye’deki batılı tarafları etkileyen herhangi bir acil sorunu çözmedi veya ele almadı. Aynı zamanda, milyonlarca Suriyeli mültecinin adalet ve onurlu bir şekilde vatanlarına dönme umutlarını bir ihanet sayılır. 

Örneğin, Birleşik Arap Emirlikleri, depremle ilgili insani yardım olarak 100 milyon doları doğrudan Suriye rejimine sundu, Suudi Arabistan ve bazı Avrupa ülkeleri ise deprem felaketi için yardımı Şam üzerinden ulaştırdı, ancak ana etkilenen bölgeler Esad rejiminin kontrolü dışındaydı. Suriye rejiminin ve uluslararası toplumun, bu bölgelere doğrudan ve daha hızlı erişim sağlama imkanı vardı. Bu ülkelerin politik gündemlerle yönlendirilen bu bürokrasi, binlerce Suriyeliyi enkaz altında sıkışıp kalarak haksız ölümlere neden olurken, diğer yüz binlercesinin acı çekmesine neden olmuştur. 

Suriye, Rusya, Türkiye, Ürdün, İran, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki bir dizi diplomatik görüşme, Suriye rejimine yönelik yeni bir yaklaşımın uygulanma aşamasında olabileceğini gösterdi. Suudi Arabistan, büyükelçiliğini Suriye’de 2023 Mayıs ayında yeniden açtı. Aynı ay içinde, Suudi Arabistan’da Arap Birliği Zirvesi düzenleyen organizatörler, Beşşar Esad’ı 12 yıl süren siyasi yanlızlığın ardından tam üyeliği yeniden aktive etmeye davet etmiştir. 

Bölgesel normalleşme çabalarının Batı’da karışık tepkilere neden olduğu, resmi suskunlukten tarafsız çekinceye kadar değişen yanıtlar alındığı bir süreçte, bu normalleşmenin Batılı bazı hükümetlerin çıkarlarına hizmet edebilecek somut etkiler doğurup doğurmayacağını anlamak için beklentiler vardı. Bu, Suriyeli mültecilerin geri dönüşü ve yeni göç dalgalarının Avrupa’ya yönlendirilmemesi konularında ciddi perspektifler sunmaktadır. 

Net bir siyasi vizyonun veya uluslararası toplumun 2254 sayılı Güvenlik Konseyi kararını uygulama konusundaki ciddiyetin eksikliği ve Suriye rejimine etkili yaptırımlar uygulamak için etkili bir izleme mekanizmasının olmaması durumunda, Suriye rejimiyle ilişkilerin normalleşmesi, barış ve istikrar vaadi sunarak temel meseleleri görmezden gelmiş bir yanılsama olarak ortaya çıkmıştır. Bu temel meseleler, sorumluluk, insan hakları ihlalleri ve Suriye’nin on yıllar boyunca maruz kaldığı siyasi haklardan mahrum bırakılma sorunlarını içermektedir. 

Son zamanlarda, Esad’ın inatçılığı, uyuşturucu üretimi ve kaçakçılığı, özellikle Ürdün gibi ülkeleri büyük ölçüde etkileyen bir sorun haline gelmiştir. Bu uyuşturucu maddeler, zaman zaman Türkiye ve Avrupa’ya kadar ulaşmıştır. Ayrıca, Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi’nin “Esad Rejimi ile Normalleşmeme Yasası“nı kabul etmesi, normalleşme sürecine katkıda bulunan aktörlerin çabalarına darbe vurmuş gibi görünmektedir. Ancak, bu utanç verici durumdan tamamen vazgeçmedikleri anlaşılmaktadır. 

Bu durumda,herhangi bir politikanın, Şam’daki suçlu rejimle normalleşmeyi amaçlayan, en büyük ve doğrudan etkilenen kitle olan Suriyeli mültecilerin temel haklarını ve beklentilerini gözardı eden bir politika olduğunu hatırlamanın önemini artırmaktadır. 

Yerinden edilme, sadece insanların sınırları aşarak yaptığı bir yolculuk değildir aynı zamanda bireyler ve topluluklar üzerinde derin duygusal ve psikolojik izler bırakan bir eylemdir. Yapılan son anket çalışması, Suriyeli mülteciler arasında hala Esad rejimine duyulan derin güvensizliği ortaya koydu. Bu güvensizlik, rejimin zalimlik ve baskıyla dolu tarihinden kaynaklanan haklı bir endişeden kaynaklanıyor. Suriyeli mülteciler için, evlerine dönüş sadece sınırları geçme meselesi değil aynı zamanda güven duygusunu yeniden inşa etmeyi, güvenliği sağlamayı ve temel insan haklarını güvence altına almayı gerektiren bir süreçtir, ki bunlar Esad yönetimi altında imkansız görünmektedir. 

Esad rejimiyle normalleşme çabaları, insan haklarına geniş çapta saldırıda bulunan bir hükümete meşruiyet kazandırma riskini taşır. Bu rejim, kimyasal silah kullanımı, rastgele tutuklamalar ve Ölümüne işkence gibi insan hakları ihlallerini sistematik olarak gerçekleştirmiştir. Bu normalleşme girişimi, bu dehşet verici olayların kurbanlarına, siyasi çıkarlar uğruna acılarının göz ardı edildiği bir mesaj gönderme tehlikesini içerir. Suriye Vatandaşlık Onuru ve Hakları Derneği’nin  (SACD) elde ettiği sonuçlar, Suriyeli mülteciler arasında normalleşmeye karşı net bir reddi ortaya koymaktadır. Anketin çoğunluğu, güvenlik endişeleri ve çözülmeyen meseleler, özellikle tutukluların akıbeti gibi konulardan dolayı geri dönüş çabalarını durdurmuştur. Bu endişelerin ihmal edilmesi, normalleşmenin, temel insan hakları ve uluslararası standartlara sürekli olarak duyarsız bir şekilde yaklaşan bir rejimi pekiştirme tehdidinde bulunmaktadır. 

Ayrıca, güvenilir bir siyasi geçiş süreci olmaksızın normalleşme, Suriye’deki çatışmanın temel nedenlerini göz ardı etmektedir. Bu, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı gibi kararları atlamakta ve barışın bir yol haritasını belirlemekte, ateşkesin sağlanması, insani yardımın ulaştırılması ve Suriye halkının iradesini yansıtan siyasi bir çözüm içermektedir. Bu tür bir uluslararası politik girişim, Suriyeli mültecilerin mevcut siyasi sürece olan güvenini erozyona uğratır. Bu, normalleşmenin Esad’ın konumunu güçlendirdiği inancıyla beslenir ve gerçek bir siyasi çözüme ulaşma olasılıklarını azaltır. 

Normalleşme politikası aynı zamanda sorumluluk ilkesini zayıflatmaktadır. Suriye’de kalıcı bir barış için, savaş suçları ve insan hakları ihlallerine karşı sorumluluk kaçınılmazdır. Anket sonuçları gösterdiği gibi, Suriyeli mülteciler, öncelikle hala Esad rejiminin hapishanelerinde tutulan on binlerce tutuklunun durumuna odaklanmakta ve tüm Suriyeliler için güvenli bir ortamın oluşturulmasını talep etmektedir. 

Esad rejimiyle bu konuları ele almadan işbirliği yapmak, uluslararası toplumun adaleti desteklemede bir kez daha başarısız olmasına yol açar. Bu durum, cezasızlık atmosferini güçlendirebilir ve Suriye’nin sınırları dışında uzun vadeli sonuçlara yol açabilir. Aynı zamanda, Suriye krizinin insani ve güvenlik boyutlarıyla başa çıkma konusunda yetersiz kalmaktadır. Çatışma, dünya genelindeki en büyük mülteci krizlerinden birini ortaya çıkardı, milyonlarca Suriyeli komşu ve diğer ülkelerde sığınma arayışında. Uluslararası toplumun, mülteci krizini çözmeye yönelik net bir taahhüt olmaksızın Esad’la ilişki kurması, mültecilerin zayıf noktalarını daha da kötüleştirme tehdidi taşır, onları daha fazla ayrımcılığa ve istikrarsızlığa maruz bırakabilir. 

Bu nedenle, normalleşme politikası, zorla göç ettirilen yaklaşık 13 milyon Suriyeli – ülkenin çoğunluğunu oluşturan insanlar – arasında büyük bir stratejik hata olan, bu insanların derin bağları ve gelecekteki çıkarları göz ardı eder. Bu kişilerin siyasi süreçten dışlanması, sadece Suriye’nin iyileşme ve uzlaşma sürecine potansiyel katkılarının değerli bir kaynağını göz ardı etmekle kalmaz, aynı zamanda kendi kaderlerini belirleme haklarını da göz ardı eder. Suriyeli mültecileri temsil eden örgütler ve hareketler Suriye Vatandaşlık Onuru ve Hakları Derneği (SACD) gibi, Suriye’nin geleceğiyle ilgili herhangi bir tartışmada sürekli olarak Suriyeli mültecilerin dahil edilmesinin önemini vurgular, bu da onların deneyimlerinin ve beklentilerinin geleceği şekillendirmede katkıda bulunacağını sağlar. Bu gerçeği göz ardı etmek, bölge ve Avrupa ülkeleri üzerinde ciddi sonuçlara yol açabilecek tehlikeli bir yanılsamadır. 

Barışa doğru kısa yolların izlenmesi, adalet, sorumluluk ve uzlaşmayı sağlamak için temel zor adımları aşmaz ve ihmal eder. Tarih, bu tür kısa yolların genellikle çözülmemiş adaletsizliklerin altında çöken kırılgan ve sürdürülemez bir barışa yol açtığını bize göstermiştir. 

Tüm ciddi politika yapıcılara açık olan şudur ki, Esad rejimiyle ilişkileri normale dönüştürme politikası, adalet, sorumluluk ve Suriyeli mültecilerin hakları gibi temel prensipleri ihmal eden yanıltıcı bir politikadır. Bu tür politikadan tamamen vazgeçilmelidir. Bunun yerine, Suriye’deki çatışmanın sürdürülebilir bir çözümüne ulaşmak için uluslararası toplumun, Suriyeli mültecilerin seslerini ve endişelerini içeren bir siyasi sürece öncelik vermesi gerekmektedir. Bu süreç, uluslararası kararlarla uyumlu olmalı, tüm Suriyelilere güvenli bir ortam sağlamalı ve insan hakları ihlallerini işleyenleri hesaplaması gerekmektedir. Suriye Vatandaşlık Onuru ve Hakları Derneği’nin (SACD) sunduğu gibi, bu tür görüşler, durumun içerdiği risklere dair kritik bir hatırlatma olarak kabul edilmelidir. Suriye’nin geleceği ve halkının onuru için mevcut yaklaşımın yeniden değerlendirilmesinin gerekliliği açıktır. 

 

– Rafik Hodzik, geçiş dönemi adaleti uzmanı ve Avrupa Barış Enstitüsü kıdemli danışmanı.  

 – Usame ŞeyhAli, Suriye Vatandaşlık Onuru ve Hakları Derneği (SACD)  Savunuculuk Görevlisi ve Mütevelli Heyeti Üyesi