Doğu Guta’da bulunan Duma şehri, Suriye’nin başkenti Şam’a yaklaşık 14 kilometre uzaklıktaki önemli stratejik konumuyla ön plana çıkan bir yer. Duma, 2011’deki ayaklanmanın ardından Suriye rejiminin kontrolünden çıkan ilk şehirlerden biri oldu. Uzunca bir süre rejimin zorla yerinden edilme ve demografik değişim politikalarına karşı bir direniş ve meydan okuma örneği oldu.
Ekim 2012’de muhalefetin Duma’nın kontrolünü ele geçirmesinin ardından Suriye rejim güçleri şehre boğucu bir kuşatma uyguladı. Şehir sürekli, amansız bir hava ve kara bombardımanına maruz bırakıldı. Suriye rejim güçleri ve müttefikleri, bazılarında uluslararası alanda yasaklanmış silahların kullanıldığı ve binlerce sivilin ölümüne ve yaralanmasına yol açan birçok katliam gerçekleştirdi. Ağır bombardımanlar sivil altyapıyı, evleri ve özellikle okulları, hastaneleri ve diğer tıbbi tesisleri yerle bir etti.
18 Şubat 2018’de Suriye rejim güçleri, hem askeri saldırılar bakımından hem de buna paralel olarak müzakere masasında Rus müttefikinin önemli desteğini alarak Doğu Guta’ya yoğun bir askeri harekat başlattı. Bu kanlı harekat, en az 330’u çocuk olmak üzere yaklaşık 1.630 sivilin öldürülmesi ve 105 binden fazla sivilin Guta’dan sürülmesiyle sonuçlandı.
Duma’nın efsanevi azim ve kararlılığı, Suriye rejimi ve Rus güçlerinin gerçekleştirdiği boğucu kuşatmaya dayanamadı. Nihayetinde, Duma halkını temsil eden bir sivil müzakere komitesi, 8 Nisan 2018’de Rusya ile muhalif grup Ceyş-ül İslam arasında bir yerinden edilme anlaşmasına varıldığını duyurdu.
Anlaşmada, Ceyş-ül İslam savaşçıları ile onlara katılmak isteyen ailelerin ve sivillerin Suriye’nin kuzeyine çekilmesi, 16 Nisan 2018’de ise Suriye rejimi yerine Rus güçlerinin şehre girmesi öngörülüyordu. Bu şekilde Suriye’deki çatışmaların başlamasından yedi yıl sonra, Doğu Guta’nın tamamı ilk kez rejimin kontrolü altına girmiş oldu.
Anlaşmanın yürürlüğe girmesinin ön görüldüğü tarihten sadece bir gün sonra kimyasal silahların kullanıldığı askeri bir saldırı gerçekleştirildi. Bunun sonucunda, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere en az 78 sivil öldürüldü ve yüzlerce kişi yaralandı. Kimyasal saldırı, Rus Hava Kuvvetleri tarafından yerleşim bölgelerindeki ve pazarlardaki sivil toplanmalara yönelik olarak başlatılan, şehre batı ve kuzey yönlerinden hücum etmek için yürütülen kara saldırısı ile eş zamanlı olarak gerçekleştirilen ve her baskın için üç füzenin kullanıldığı, yaklaşık 250 hava saldırısını içeren büyük bir bombardıman saldırısı kapsamında 47 sivilin öldürülmesinden günler sonra gerçekleşti.
Duma’ya yönelik uygulanan kuşatma ve saldırılar, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 130.000’den fazla sivilin günlük bombalamalar, karadan topçu ateşi ve roket atışları ile havadan Rus ve rejim jetlerinin saldırısı altında mahsur kaldığı insancıl hukukun en büyük ihlallerinden birini teşkil etmekte. Şehir, kuşatma güçlerinin gıda maddeleri ve çocukların ihtiyaçları, tıbbi malzemeler ve ambulans ekipmanları dahil olmak üzere insani yardım tedarikini kesmesi suretiyle aç bırakıldı.
Müzakere masasında yakıp yıkma politikası
Duma’da Rusya, sivillerin zorla yerinden edilmesinde önemli bir rol oynadı ve bunun, hayatta kalan sivilleri evlerini terk etmeye zorlayan yakıp yıkma politikası aracılığıyla izlenen stratejik hedefi olduğunu açıkça ortaya koydu. Adının gizli kalması şartıyla görüştüğümüz Duma Sivil Müzakere Komitesi’nin eski bir üyesine göre: “Yıllardır Guta’ya uygulanan kuşatma koşulları nedeniyle kasabalar bu şiddetli saldırıya dayanamadı ve birbiri ardına çöktü ve Guta’da bir kasaba veya şehir düştüğünde bombalamaların sıklığı ve geri kalan kasaba ve şehirlere yapılan baskınların sayısı, herkesin daha fazla direnç göstermesini önlemek ve hatta müzakere masasında yerinden edilme anlaşmalarını reddetmeyi düşünmeyi bile kabul etmemesi için arttı.”
Kendisi müzakere sürecini şöyle tasvir etti: “Ceyş-ül İslam’ın askeri temsilcileriyle Sivil Komite, 2018 Mart ayının dördüncü haftasının başında ilk müzakere oturumuna katıldı.
Wafideen kampı kontrol noktasının yakınında bulunan Duma’nın eteklerine gittik ve orada kendisine Evgeny adında bir Rus subayının eşlik ettiği Alexander Zorin adında bir Rus subayıyla tanıştık. Daha sonra bunların Zorin’in yürütme kolu olduğu ortaya çıktı. Toplantıya Suriye rejimi Emniyet Genel Müdürlüğün’de görevli bir memurun yanı sıra Suriye rejimi temsilcisi Kenana Hawija ve Birleşmiş Milletler Özel Temsilciliği’nin temsilcisi sıfatıyla Rana Zaqout adlı bir kadın da katıldı.
Oturum boyunca konuşmacı ve oturum yöneticisi olan Subay Zorin’di ve talepleri açıktı (muhalefet grubu Ceyş-ül İslam’ın silahlarını teslim etmesini ve diğer Guta gruplarında olduğu gibi şehri kuzey Suriye istikametine doğru terk etmesini istiyordu).
Toplantı iki gün sonra tekrarlandı, ancak Subay Zorin bu sefer farklı bir ton kullanmaktaydı. Savaşçıların aileleriyle birlikte koşulsuz olarak ayrılmasını istedi ve bize yanıtlamamız için 24 saatlik bir süre verdi. Bize tanıdığı bu süre zarfında bombalamaların yoğunluğu biraz azalmıştı ancak sürenin bitmesi ve İslam Ordusu ileri gelenlerinin isteğini yerine getirmemesi üzerine bombalı saldırılar isterik bir şekilde yeniden başladı.
Bu yüzden yeni bir oturum talep ettik ve gerçekten de ertesi gün oturum talebimiz kabul edildi ve her zamanki gibi onlarla buluşmak için Al-Wafideen kampına doğru yoğun bombardıman altında hareket ettik. Bu kez, Tümgeneral Muhammed Dib Zaitoun Suriye rejimi heyetinin arasında yer almaktaydı ve Rus subayı henüz gelmemişti.
Konuşmacı Hawija idi ve üslubu nispeten daha az haşindi. Suriye rejimi ve güçlerinin barışçıl bir çözüm istediğini, çözümün Suriye tarafları arasında olması gerektiğini, sivilleri evlerinden çıkarmak istemediklerini ve kalmak isteyenlerin durumunu çözüme kavuşturmak için çalışacaklarını belirtti. Ancak nihayetinde karar alma yetkisi bizde olmadığı için geri dönüp önerileri Ceyş-ül İslam liderleriyle müzakere etmeliydik.
Ertesi gün, Duma’daki sivil aktivistler, toplantıda öne sürülenleri görüşmek ve ilaç ve tıbbi malzeme kıtlığı gibi kötüleşen tıbbi koşullar ile insanların gıda kıtlığı ve yaşamsal gereklilikler nedeniyle daha fazla dayanamayacağı hususu hakkında bilgilendirmek üzere Ceyş-ül İslam grubunun liderleriyle bir araya geldi. Bir gün sonra, Rus subayı Zorin bize, savaşçıların aileleriyle birlikte gidip gitmeyecekleri hususunda kendisine bir cevap vermek için akşam saat 10’a kadar vaktimiz olduğunu, aksi taktirde şehri dümdüz edeceklerini söyledi.”
Sivil Komite’de görevli delege, şehirden zorla çıkarılan ilk konvoylardan biriyle birlikte ayrıldığını, ancak oradaki olayların gidişatını takip etmeye devam ettiğini belirtti:
“Orada kalan arkadaşlarım vasıtasıyla anlaşmanın nasıl yürüdüğünü ve uygulandığını takip ediyordum. Benim ayrılmamdan beş gün sonra, bombalı saldırılar, Guta’daki son harekatın başlamasından bu yana isterik ve sürekli bir şekilde yeniden başladı.
Bombardıman yaklaşık 36 saat kesintisiz devam etti ve hiç durmadı, sonuncusu 7 Nisan 2018’de Duma Hastanesi çevresinin kimyasal silahlarla havadan bombalanması şeklinde gerçekleştirildi. O sıralarda, Ceyş-ül İslam grubunun lider kadrosu üzerindeki baskılar arttı ve bu durum onları saldırıdan bir sonraki gün Rus tarafıyla kuzey Suriye’ye çıkışlarını şart koşan bir anlaşma imzalamaya zorladı.”
Rusya’nın Doğu Guta ve özellikle Duma’daki rolünü kısaca açıklayabilir misiniz?
“Müzakere komitesindeyken, Suriye sorunu konusunda karar alma noktasında Rusya’nın oynadığı baskın rol ortaya çıktı. Müzakere oturumları her zaman soruları yönelten ve komuta eden Rus subayı Alexander Zorin tarafından yönetiliyor ve Suriye rejiminin temsilcileri konuşmuyor ve sadece dinleyici olarak katılıyorlardı.
Müzakere oturumlarından birinde bombardımanın zirve noktasında olduğunu ve Ceyş-ül İslam üyelerinin Duma ile Mesraba arasındaki rejim güçlerinden yeni bölgeler ele geçirmesi nedeniyle Zorin’in çok kızdığını belirtmekte fayda var.
Ceyş-ül İslam temsilcileri şunu söyledi: “Geri çekilmemizi istiyorsanız, bombalı saldırıları durdurun.”
Bombalama seslerinin Rus yapımı Grad füze rampalarından geldiğini hatırlıyorum. Gerçekten de Zorin telsizi aracılığıyla Rusça konuştu ve konuştuğu anda bombalama durdu.
Müzakere oturumlarından birinin başlangıcında, Rusya Federasyonu’nun toprak büyüklüğünün yaklaşık 17 milyon kilometrekare olduğunu, yani muhalif Ceyş-ül İslam fraksiyonunu (ve kendisinin tarif ettiği gibi Guta militanlarının) kim olduğunu sanarak kendisine ve Rus güçlerine karşı koyuyor diye kibirli ve öfkeli bir şekilde konuşuyordu.”
Mariupol’da Duma’nın duyulmamış yankıları
Bugün dünya, Rusya’nın bu kez Ukrayna’ya karşı yürüttüğü acımasız bir savaşa daha tanık olurken, bu vahşete aynı ölüm makinesinin elinde tanık olan ve vahşeti bizzat yaşayan yerinden edilmiş Suriyeliler, anılarını yeniden yaşıyorlar. Rusya’nın Suriye’de, Duma gibi yerlerde yaptıkları, Ukrayna için aklından geçirdiği senaryoyu ortaya koyuyor. Duma’da gördüğümüz taktiklerin aynısına, yani yüz binlerce insanın hayatta kalmasını imkansız kılan sivil bölgelerin kitlesel, ayrım gözetmeksizin yok edilmesi ve daha sonra sözde “insani koridorlar” dan geçmeye zorlama taktiklere, bugün Mariupol gibi şehirlerde tanık oluyoruz.
Dezenformasyon stratejisi ve taktikleri de yine aynı. Rusya, Esad rejimine karşı çıkan tüm Suriyelileri terörist olarak damgaladığı gibi, Ukrayna’da da işgaline direnen tüm Ukraynalıları Nazi olarak damgalıyor. Bu tür insandışılaştırma teknikleri, tıpkı uluslararası toplumdaki karar vericilerin çoğunluğunun gözünde Suriyelilerin hayatlarını değersiz hale getirmesi gibi, Ukraynalıların da hayatlarını değersiz kılmak için tasarlanmıştır. Bu gibi insandışılaştırma uygulamaları, aynı zamanda, teröristlere veya Nazilere karşı yapılacak her şeyin mübah olduğu bahanesiyle, Rusya tarafından işlenen savaş hukukunun ve uluslararası insancıl hukukun bariz, suç teşkil eden ihlallerini haklı çıkarma amacına da hizmet ediyor.
Zorla yerinden edilme stratejisi de aynı. Bugün açıkça görebiliyoruz ki, Rusya’nın Suriye’deki hedefi, halihazırda üç milyondan fazla Ukraynalının yerinden edildiği gibi aynı şekilde, nüfusun yarısından fazlasının yerinden edildiği “faydalı Suriye” vizyonunu uygulamaktı. Böylesi bir politikanın insani maliyeti Rus rejimini ilgilendirmiyor, başarmayı amaçladığı şey, umutsuzca Avrupa’nın güvenli ortamına ulaşmaya çalışan yerinden edilmiş insan dalgaları oluşturmak, böylece özellikle Viktor Orban, Marie Le Penn ve diğerleri gibi Avrupa’daki Rus taşeronları tarafından körüklenen yabancı düşmanlığı ve mültecilere karşı nefret ortamını kullanarak Avrupa’nın istikrarını zayıflatmaktır.
Sonuç olarak, gerek Suriye’de gerekse Ukrayna’da, Rusya kontrolündeki zorla yerinden edilmiş kişilerin, doğrudan bir askeri tehdidin olmadığı yerlere dahi geri dönme olasılığı, yerinden edilmeyi dünyanın en vahşi koşullarında gerçekleştiren güçler yönetimde ve en iğrenç suçların failleri, nihai güç pozisyonlarında olduğu sürece söz konusu değildir. Bugün hiçbir Batılı politikacının Ukraynalıların Ukrayna’nın Rus kontrolündeki bölgelerine geri dönmeye hazırlanmaları gerektiğini savunmaması bu durumun bir göstergesidir. Herhangi birinin tamamen Rusların eline geçerse Mariupol’a geri dönmeyi düşünmeleri gerektiğini ileri sürdüğünü duymak şok edici olurdu. Ne var ki, Suriyeliler giderek artan bir şekilde tam da bunu yapmaları için baskı altında tutulmaktalar. Suriyeliler, halen Rusların işlediği suçlar ve insandışılaştırma teknikleri nedeniyle insanlığı tamamen elinden alınmış ve dünyanın geri kalanının gözünde asla eski haline dönmelerine izin verilmeyen insanlar olarak muamele görüyor. Rusya’nın, tıpkı Ukrayna’da işlediği suçlar nedeniyle muamele edildiği gibi en kötü suçların saldırganı ve faili olarak muamele etmek yerine Suriye’de bir tür güvenliğin garantörü olarak kabul edilmesi bu çifte standardın açık bir kanıtıdır. Bugünlerde Mariupol’da yansımalarını gördüğümüz Duma’nın hikayesi bu acı gerçeği bize hatırlatıyor.