Yazan: Zakaria Zakaria

13 milyondan fazla yerinden edilmiş Suriyeli, zorlu yaşam koşulları ve belirsizlikten muzdarip olmaya devam ederken, uluslararası toplumun bazı kesimlerinin Beşar Esad’ın baskıcı rejimini normalleştirmeye yönelik belirgin adımları, iki ayrı gerçeği gözler önüne seriyor: bir yanda Esad’ın elindeki bölgelere dönenlerin işkenceye ve zorla kaybedilmelere maruz kalmayla, kuzeydeki mülteci kamplarındaki kadın ve çocukların ayrım gözetmeksizin bombardıman altında öldürülmeyle ve birçok ülkede mültecilerin vakitsiz ve zorunlu geri dönüşle karşı karşıya kalırken; diğer yanda, rejim ve destekçileri geri dönüş konferansları düzenleyip, üst düzey BM yetkilileri geri dönenlerin “güvenliğini sağlamak” için rejime bel bağlamayı açıkça teşvik ediyor.

Bu tür çarpıtılmış bir gerçeklik, ölüme yol açan bir olgu haline geliyor; örneğin Danimarka hükümetinin Şam ve kırsal bölgelerinden gelen Suriyeli mültecilerin korumasını geri çekme politikasının temeli olarak alınan “güvenlikte önemli bir gelişmeyi” tanımlayan boş ve propagandacı dil, ortadaki gerçeklerden daha önemli sayılıyor.

Son günlerde Beyaz Rusya ile Polonya arasındaki sınırda zor koşullarda yaşayan, aralarında çok sayıda Suriyelinin de olduğu ailelerin fotoğraflarını gördük.

Suriyeliler, soğuk kış koşulları ve dalgalı denize rağmen hala derme çatma, güvensiz gemilerle Akdeniz’i geçmeye çalışanlar arasında yer alıyor. Komşu ülkelerdeki milyonlarca insan, şuan olduğu gibi Suriye’ye geri dönüşe maruz kalmaktan kaçınmak için hala onur kırıcı durumlara, yoksulluğa ve birçok şeye katlanmaya hazır.

Sürekli tutuklanmaya sebep suçlar işlemeye devam eden Suriye rejimi mensupları hakkında uluslararası tutuklama kararları çıkarılmaya devam ediyor.

Keyfi gözaltılar da sona ermedi. İnsanların kontrol noktalarında ve sevdiklerinin nerede olduğunu öğrenmek için ödedikleri rüşvet de yolsuzluk da sona ermedi.

Ortadan kaybedilmeler ve işkence de devam ediyor. Ülkenin büyük bir kısmı rejim kontrolü dışında kalıyor ve bunların bir kısmı hem Suriye rejimi hem de Rusya tarafından bombalanmaya devam ediyor. Örneğin milyonlarca yerinden edilmiş kişinin kötü koşullarda yaşadığı, ancak bir kez daha Şam’ın veya Beşar Esad rejiminin kontrolü altındaki diğer “güvenli” bölgelere  geri gönderilmemek için büyük ölçüde katlanmak zorunda kaldığı İdlib gibi.

İdlib’de bir tavuk çiftliğine 11 Kasım’da düzenlenen saldırıda üçü çocuk olmak üzere bir aileden beş kişi hayatını kaybetti. Bu tür saldırılar, küresel medyada neredeyse hiç dikkat çekmeyen günlük bir olay haline geldi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) araştırmacısı Nadia Harman, birkaç farklı ülkeden “yakın zamanda dönen Suriyelilere yönelik 21 tutuklama ve keyfi gözaltı, 13 işkence, üç adam kaçırma, beş yargısız infaz, 17 zorla kaybetme ve bir cinsel şiddet iddiası vakası” belgelediğini bildirildi.

Ekim ayında yayınlanan bir HRW raporunda şunlar kaydedildi: “Suriye hükümetinin dayattığı erişim kısıtlamaları, BMMYK’nın diğer insani durumlarda işleyen türden bir geri dönüş izleme süreci uygulamasına engel oldu(…) Devlet gözetimi korkusu ve elektrik kesintileri nedeniyle sürekli internet bağlantısının olmaması, geri dönenlerin çoğunun Suriye’ye döndüklerinde gerçek durumlarını bildirmediği veya bildiremediği anlamına geliyor.”

Durumları hakkında doğruları anlatamamaları, doğal olarak tüm Suriyelileri riske atıyor.

BM Suriye Soruşturma Komisyonu’nun 14 Eylül’de Cenevre’deki 24. raporunun yayınlanmasının ardından Komisyon Başkanı Paulo Pinheiro şunları söyledi: “Çatışmanın tarafları on yıldır savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlemeye ve Suriyelilerin temel insan haklarını ihlal etmeye devam ediyor. Suriyeli sivillere yönelik savaş sürüyor.”

Ayrıca sözlerine şunları da ekledi: “Hükümet güçleri tarafından keyfi gözaltı ve tecrit olayları durmadan devam ediyor. Komisyon, yalnızca gözaltında işkence ve cinsel şiddet değil, aynı zamanda gözaltında ölüm ve zorla kaybetmeleri de belgelemeye devam etti.”

Uluslararası Af Örgütü, Eylül ayında yayınladığı “Eceline gidiyorsun: Suriye’ye dönen Suriyeli mültecilere yönelik ihlaller” adlı raporun başlığında hiçbir sözünü sakınmadı.

Rapora göre örgüt tarafından, “Yurt dışından dönerken ihlallerle karşılaşan 66 kişiden 59’u erkek, kadın ve çocukların hukuka aykırı veya keyfi olarak gözaltına alındığı belgelendi. Gözaltına alınanlar arasında iki hamile kadın ve yedisi dört yaşında veya daha küçük olmak üzere, yaşları üç haftalık ile 16 yaşları arasında olan on çocuk bulunuyor.”

Raporda ayrıca şunlar kaydedildi: “Güvenlik görevlileri, geri dönenleri, çoğunlukla geniş kapsamlı “terörizm” suçlamalarına dayanarak, çoğu zaman da akrabalarından birinin hem siyasi hem de silahlı muhalefetle bağlantılı olduğunu iddia ederek veya geri dönenlerin daha önce muhalefet kontrolü altındaki bir bölgeden geldikleri gerekçesi gibi çeşitli nedenlerle tutukladı.”

Aynı zamanda, Suriye rejimi ve destekçileri bir yıldan fazla bir süredir Suriye’nin güvenli olduğunu iddia ediyor. Öyle ki rejimin Ekim ayında turist vizesi vermeye başlamasının ardından bazı Avrupa tur acenteleri gelecek yıl turlar düzenlemek için rezervasyon almaya başladı. Interpol’e geri kabul edilmesinden, diplomatik ziyaretlere ve üst düzey BM yetkililerinin sorunlu açıklamalarına kadar çeşitli diğer gelişmeler, rejimin yavaş yavaş normalleştirilmesine işaret ediyor. Bu tehlikeli süreçte bir sonraki hedef, yerinden edilmiş Suriyelilerin dönüşü gibi görünüyor.

Geçen yıl Rusya, Şam’da dönmek istediklerine dair hiçbir belirti göstermeyen tahmini 6,8 milyon mültecinin geri dönüşünü teşvik etmeyi ve kolaylaştırmayı amaçlayan, gerçeğe dayanmayan bir konferansa destek verdi.

Ancak en çok sayıda Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan ülke olan Türkiye, davet bile edilmedi.

AB, üst düzey diplomatı Josep Borrell aracılığıyla, “şu an en büyük öncelik, mültecilerin ve ülke içinde yerleşik kişilerin menşe bölgelerine güvenli, gönüllü, onurlu ve sürdürülebilir geri dönüşü için koşullar oluşturmak için gerçek bir eylemde bulunmak” diyerek katılmayı reddetti. Ancak Cenevre siyasi süreci durmuşken, Suriye’de güvenli bir ortamın ne olduğu ve bunun nasıl sağlanacağı konusunda yerinden edilmiş Suriyelilerin önemli söz sahibi olacağı “gerçek bir eylemin” nasıl etkileneceğine dair net öneriler yok.

Buna rağmen paralel bir gerçeklik yaratma çalışmaları devam ediyor. BM Genel Kurulu’nun Suriye’nin geri dönüş için güvenli olmadığını belirten 10 Kasım tarihli kararındaki net ifadelere rağmen, sadece bir gün sonra Rus ve rejim ortak komitelerinin üzerinde anlaşmaya varılan “geri dönüş önlemlerinin” uygulanmasının tartışıldığı Rusya destekli konferansın devamı yapıldı. Bu tür çabaların amacı, bu toplantıların ardından yapılan açıklamalarda açıkça görülmektedir: Rusya ve rejim, askeri kazanımlarını ekonomik ve siyasi olarak istikrara kavuşturmak için batı fonlarına büyük bir ihtiyaç duymaktadır. Mülteci dönüşü bahanesi altında elde edilecek yeniden inşa finansmanı, Dera’daki durumun açıkça kanıtladığı gibi, rejime sadakatsiz olarak görülen hiçbir Suriyelinin yer almadığı bir istikrar çabası için uydurulan bir senaryodur.

Aynı zamanda aslında gerçekte olmayan ve Suriyelilerin geri dönmesinin önündeki tek engelin, rejimin dışişleri bakanı Faisal Mekdad’ın iddia ettiği gibi “anavatanları dışındaki tüm Suriyeli mültecilerin acısını siyasi amaçlarına hizmet etmek için kullanan batılı ülkeler” olduğu söyleminin amacına da hizmet etmektedir.

Bu çarpıtılmış gerçeklik karşısında BMMYK’nın rolü, Suriye’ye dönenleri neyin beklediğine dair sözde düzenli, güvenilir bilgi kaynağı olarak daha da önemli hale geliyor. BMMYK, bu sorumluluğu yerine getirme konusunda yerinden edilmiş Suriyelileri şu anda yüz üstü bırakıyor. Kendileri veya akrabalarının rejimi memnun etmeyen bir şey söylemeleri halinde “kaybolabilecek” insanların arasında ülkeyi dolaşan grupların ve Rusya’nın propagandasına rağmen; bu insanlar Suriye’nin güvenli olmadığını ve yakın zamanda da olmayacağını dünyaya sürekli olarak bildirmek ve hatırlatmak için kendi başlarının çaresine ve BM COI, Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi insan hakları kurumlarının insafına bırakıldılar.

Kapak fotoğrafı: “Suriye, Şam’daki Yermuk Kampı’ndaki sivil alanların imhası” (Reuters)